En Uzun Yıl 2016: Çocukları Koruyamayanların Ülkesi

Ne yazık ki bu toprakların biriktirdiği acılar son bulmuyor. Haberlere taşınan bazı konuların manşetleri aynı olsa da içeriği ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Bazılarımız “fıtrat, kader ya da  alıştık” demeyi tercih ediyor, bazılarımız iki gün yas tutuyor sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyor, bazılarımız da bir şey yapmanın gerekliliğini savunuyoruz. Ancak değişen herhangi bir şey oluyor mu? Tabii ki hayır. En acısı da yıllar ilerledikçe ülkemizin “utanç tablosuna” yeni parçalar ekleniyor. 2016’nın dünya genelinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde “kara bir leke” gibi geçti. Hatta geçmek de bilmiyor; etkileri ve sancıları hȃlȃ sürmekte.

Türkiye çerçevesinden bakacak olursak, saymakla bitmez yaşadıklarımız, isyanlarımız, acılarımız… Eleştirecek ve üstüne gidilmesi gereken çok şey var; fakat çocuk istismarı ve çocukların korunamaması konusuna ayrı bir parantez açmanın doğru olacağı kanaatindeyim.

Avrupa’ya veya diğer gelişmiş ülkelere baktığımızda çocuk istismarı oranı oldukça düşük düzeydeyken maalesef bizim ülkemizde yüksek; bu yüzden de hep gündemde. Birçoğumuz bu skandalı Ensar Vakfı ile birlikte duyduk ve insanlar bu olay ile meseleye daha duyarlı bir şekilde yaklaşmaya başladılar.

1979 yılında kurulan vakıf, misyonunu aynen şu cümlelerle açıklıyor kendi internet sitesinde: “Ensar Vakfı; insani değerlere bağlı bir nesil yetiştirmek amacıyla, nitelikli akademik çalışma ve sürekli proje geliştirerek, özelde gençler olmak üzere toplumun tüm sosyal katmanlarına eğitim, yayın, organizasyon faaliyetleri ile hizmet sunan bir vakıftır.” Okuyunca şaşıp kalıyor insan haliyle. Hangi insani değerler? Hangi nitelikli çalışma? Bunların yolu yaşları 10-12 arası değişen küçücük çocuklara cinsel istismarda bulunmaktan mı geçiyor? Aynı zamanda işin en mide bulandırıcı kısmı din ve değerler örtüsüyle üstü örtülmüş bir vakıf bu. İnsanların tüm iğrençlikleri din adı altında yapmasından bıktık. Yeter artık, kimse aptal değil; kandırmaya çalışmayın bizi! Din konusu sihirli değnek gibi girdiği yerde dokunulmazlık yaratıyor sanırım. Bu yüzdendir ki devlet büyükleri, Ensar Vakfı’nda yaşanan rezaletin üstünü örtmek için olağanüstü çaba sarf ettiler. Üstüne üstlük vakıf hala faaliyette ve her yere boy boy afişleri asılıyor. Hani insanlar sinirlenince der ya: “Ölür müsün, öldürür müsün”, tam öyle bir durum.

Dedim ya acılar katlanarak artıyor diye. Daha Ensar Vakfı rezaletinin şokunu doğru düzgün atlatamamışken TBMM’ye sunulan cinsel istismara ilişkin düzenleme kamuoyunu isyan ettirecek düzeydeydi. Nitekim tepkiler, çığ gibi büyüdü. Hepimiz neye uğradığımızı şaşırdık. Öfke, isyan, nefret tüm duygular birbirine karıştı. AKP milletvekillerinin meclise sunduğu bu düzenlemeye göre; “cebir tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın işlenen cinsel istismar suçunda mağdur ile failin evlenmesi durumunda” cezanın uygulanmasının ertelenmesi teklif edilmişti. Hatta tartışmalar sırasında Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, çocuklara yönelik cinsel istismar konusunda “küçüğün rızası varsa…” şeklinde cümleler kurdu.

Böyle bir şeyin mecliste gündeme getirilmesi yüz kızartıcı bir durumdur. Hele böyle bir kepazeliğe imza atan milletvekillerini savunmak daha da utanç vericidir. Haberi ilk duyduğumda, buna imza atan milletvekillerinin ailelerini düşündüm. Çocukları olanlar, evlerine gidince düzenlemeyi imzaladıkları elleriyle çocuklarını sevmişler midir acaba? Hiç düşündüler mi kendi çocuklarının başına böyle bir durum gelse, failiyle çocuklarını evlendirmeye gönüllü olurlar mı; yada kendi çocuklarının başına gelse bakabilirler mi onların gözlerinin içine?

Teklif geri çekilmiş olsa da, olmasa da; yeniden düzenlense de, düzenlenmese de yaşananlar Türkiye Cumhuriyeti tarihine meclisin en büyük ayıplarından biri olarak geçmiştir. Diğer yandan bu tasarının karşısında yer alan milletvekillerinin çabaları da unutulmayacak.

Elbette perde arkasında yaşanan ve bizlerin duymadığı  yine çocukların üstünden dönen oldukça fazla haber var; ancak Ensar Vakfı’nda yaşanan cinsel istismar ve mecliste gündeme gelen düzenleme kara 2016’nın en dikkat çekici haberleriydi. Bu lanet yılı kapatmaya hazırlanırken -son olmasını umduğumuz- bir acı haber daha aldık çocuklarla ilgili: Adana Aladağ’daki yurt yangını.

aladag

Sadece 11 zavallı çocuk değil, bizim de yüreklerimiz yandı, dağlandı. Herkes günlerce yangın neden, nasıl çıktı diye sordu. Ben ise şöyle soruyorum: Devlet ne iş yapar? Neden denetimlerini aksatır? Kaçak bir yurda nasıl göz yumulur? Ve böyle zincirleme devam eden bir dizi soru…

Takvim yaprakları ileri sararken, bizler gün geçtikçe tarihin derinliklerine çekiliyoruz. Ahlaksızlık, ihmalkȃrlık, acımasızlık almış başını gidiyor.

Yine de umutsuzluğa kapılmak, yaşamın enerjisine aykırı. Malum yeni bir yıl geliyor, biz en iyisini temenni edelim ki 2017, hem dünya hem de Türkiye için çocukların ölmediği,istismar edilmediği ve acı çekmediği bir yıl olsun.

Leave a Reply