ABD’nin uluslararası hukuku hiçe sayarak İsrail büyükçelçiliğini Kudüs’e taşıma kararından sonra, günlerdir dünyada ve özellikle Orta Doğu’da gündem oldukça çalkantılı ve sıcak. Karar aleyhine özellikle Müslüman halklar protestolar ve yürüyüşler düzenlerken doğal olarak tepkinin en büyüğü ve en kanlısı Filistin’de, şu ana kadar toplam 11 ölü, 2908 kişi yaralı ve 400 kişi tutuklu ile, devam ediyor. Amerikanın yaktığı bir kıvılcımın böyle bir infial yaratması, Kudüs’ün dini ve siyasi önemi göz önüne alındığında daha en baştan tahmin edilebilir bir durumdu. Ancak Trump’ın bu radikal karar sanki hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi hâlâ İsrail-Filistin ikili kararına ve barış sürecine saygı duyduklarını ve mediator olmaya devam etme niyetinde olduklarını açıklaması tabiri caizse bir “pişkinlik” olarak görüldü ve özellikle İslam ülkeleri ciddi bir tepki ortaya koydu.
Bundan sonraki olaylar silsilesi kısaca özetlenecek olursa; Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından olağanüstü zirveye çağrılan İslam İşbilirliği Teşkilatı, ortak bildirilerinde Doğu Kudüs’ü Filistin devletinin işgal altındaki başkenti olarak tanıdı. Bunun üzerine söz konusu kararın nihai statü ve egemenlik konularına müdahele anlamına geldiğini söyleyen ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert’ın, aynısını kendilerinin İsrail lehine yaptıkları yönündeki soruya karşı cevap vermekte zorlanması aslında Beyaz Saray’ın da yapılanın meşruiyetinden pek emin olmadığını gösterir nitelikteydi. Nitekim, yapılan anketlerde Amerikan halkının %63’ünün büyükelçiliğin Kudüs’e taşınmasına karşı olması ve bunların da %44 gibi ciddi bir oranının Cumhuriyetçilerden oluşması, alınan kararın Amerikan halkı nezdinde dahi kabul görmediğini destekler durumda.
BM GENEL KURULUNDA TEHDİT
19 Aralıkta BM Güvenlik Konseyine Mısır’ın sunduğu, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaktan vazgeçmesi çağrısı yapan karar tasarısı oylaması 14 kabul, ABD’den gelen 1 veto ile sonlandı. Ancak ABD BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olduğundan verdiği veto dolayısıyla tasarı kabul edilmedi. Ardından, Türkiye ve Yemen’in benzer nitelikli bir tasarıyı BM Genel Kuruluna sunmasıyla 22 Aralıkta yapılan oylamaya ABD büyükelçisi Nikki Haley’in tehdit ve zorbalıkları gölge düşürdü.
Oylama öncesi, aleyhlerine oy kullanan ülkeleri “not edeceğini” dile getiren Haley, adeta ekonomik tehditler savurdu ve karara olumlu oy veren devletlere yapılan yardımların kesileceğini hatta BM’ye en büyük mali yardımı kendilerinin verdiğini ve bunu gözden geçirebileceklerini belirtip bizzat BM’ye dahi gövde gösterisinde bulundu.
Tüm bu tehditlere rağmen oylama sonucu, dünya devletlerinin hâlâ hukuk ve vicdan sahibi olduğunu gösterip bir nebze de olsa umut verdi. ABD ve İsrail dahil yalnızca 9 ülkenin red oyu verdiği oylamada 128 ülke olumlu oy kullandı.Seçim sonrası ise İsrail elçisinin “Kabul oyu verenler Filistin’in kuklasıdır” açıklaması her halde yapılacak başka tehdit kalmadığından bir de aşağılama yoluyla üye devletleri ikna çalışması idi.
NEDEN BÖYLE BİR TUTUM?
Yapılan oylamayla ilgili söylenecek çok şey var… Birincisi ABD büyükelçisi Haley’in bir parmak sallamadığı kalan tehditleri. Nasıl olur da her ülkenin eşit olduğu bir platformda çıkılıp “o kadar para verdik size, şimdi ödeme sırası sizde” mahiyetinde laflarla devlet iradelerine baskı yapılır ve bir nokta daha ileri gidilerek “yaramazların adını tahtaya yazıyorum” minvalinde söylemlerde bulunulabilir? Trump’ın esip gürlemelerini ve diplomasiden gerçekten anlamadığını yavaş yavaş kabul etmeye başladık ama bir diplomatın, ters tepki yapması çok çok muhtemel böyle agresif bir dil kullanması nedendi? Yahut İsrail büyükelçisinin genel kurula hitaben “Filistin kuklaları” söylemi… “Filistin’in eti ne ki budu ne olsun?128 ülke de kuklası olsun!” diyor duyan. Elbette ki Filistin’in bırakın 128 kuklasının olmasını, kuklayı tutacak mecalinin olmadığını ya da ABD’nin, olumlu red oyu kullansa dahi Afganistan’a yapılan “yardımları” kesmeyeceğini bu diplomatlar da biliyor.Ancak bana kalırsa, ABD de İsrail de Genel Kurulun bu tepkiyi vereceğini muhtemelen tahmin ediyordu ve “dışarıda kazanamayacağız, en azından içeride puanlar düşmesin” diyerek böyle bir profil çizildi. Yenilsek de boynumuz dik kalsın diyerek daha seçim yapılmadan Netenyahu sonucu kabul etmeyeceğini açıkladı, Trump esti- gürledi. Çünkü yapılan onca lobi faaliyeti ve siyasal ya da ekonomik ilişkilere rağmen müttefik devletleri ikna edememiş olmak elbette iki liderin de resmini zedeleyecekti. Şimdi ise amiyane tabirle “siz hepiniz ben tek” imajıyla en azından kendi kamuoylarında dünyaya kafa tutan lider olmayı amaçladıklarını sanıyorum. Ancak gazete ve televizyonlardaki yorumlara bakılacak olursa, uğranılan hezimet bu ketum duruşlarla yumuşatılacak gibi değil.
TÜRKİYE AÇISINDAN
Çok kısaca tüm bu gelişmelerin Türkiye açısından ne getirdiğine bakıldığındaysa, Türkiye’nin bu krizi iyi bir fırsata çevirdiği kanaatindeyim. Sonuç ne çıkar, hangi ülke sonradan ne tarafta olur bilemiyorum ancak şu an için gerek İslam İşbirliği Teşkilatının İstanbul’a çağırılıp Türkiye önderliğinde buluşması, gerek BM’ye ilgili tasarının sunulması ve yüksek mercilerin ABD aleyhine yaptığı sert açıklamaların dünya kamuoyunda geniş yankı bulmasıyla, Suriye sonrası dış ilişkiler bakımından zedelenen itibarın bir nebze de olsa düzelmeye başlayabileceğini düşünüyorum. Bunun beraber, Arap Devletlerin ve özellikle Suudi Arabistanın yarım ağızla yaptığı kınamaların yanında Türkiye’nin tutunduğu bu aktif tavır,kuşkusuz, diğer İslam ülkeleri ve halkları gözünde daha prestijli bir pozisyon almamızı sağlayacaktır.
Ayrıca iç siyasette, Hakan Atilla davasının görüldüğü şu sıralarda Amerika’nin böyle bir hamle yapmasının AKP için büyük bir “şans” olduğunu fikrindeyim. Kudüs’ün İsrail’in başkenti kabul edilmesine tepki veren tabanla AKP seçmen tabanının büyük oranda örtüştüğü düşünülürse, ABD’nin Kudüs kararıyla oldukça düşman bir görüntü çizmesiyle, AKP seçmeninin yapılan yargılamanın tarafsızlığını ve adaletini daha çok sorgulayarak verilecek karara ya da Reza Zarrab’ın yaptığı “itiraflara” daha az itimat edeceği kanaatindeyim. Dolayısıyla, AKP hükumeti için Amerika’nın halk nezdinde canavarlaştığı şu dönem, Atilla davasının görülebileceği belki de en uygun zamandı ve seçmenin aklında hâlâ kuşkular olsa da, beklenenden daha az oy kaybıyla bu süreci geçirmelerini sağladı.
Kaynakça:
- http://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/un-jerusalem-trump-vote-result-decision-general-assembly-null-void-a8123106.html
- https://www.theguardian.com/world/2017/dec/21/united-nations-un-vote-donald-trump-jerusalem-israel
- http://edition.cnn.com/2017/12/21/politics/haley-un-jerusalem/index.html
- http://www.aljazeera.com/news/2017/12/trump-jerusalem-decision-latest-updates-171212081649751.html
- http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42404968
- http://www.hurriyet.com.tr/istanbuldaki-tarihi-kararin-ardindan-abdli-sozcuyu-sikistiran-soru-40677717
CEMAL GUVEN ASTI
Tum bunlarin hepsi laf tan ibarettir ve bir sure sonra etkileri azalacaktir.
Islam Ulkeleri Birligi zaten zayif disleri olmayan uyduruk bir birlik. Merkezi FAs galiba ne oldugu belirsiz yaptirim gucu olmayan bir organ.
KAldiki katilan Islam ulkelerinin yarisi birbiriyle bogazlasan ulkeler.
Halbuki ABD nin verdigi yesil isikla ISrail zakit gecirmeden yeni yerlesim alanlarina izin cikarmistir. Kudusu giderek dahada abluka altina alacak oradaki Filistinlilerin temizlenmesini hizlandiracaktir. Yani gecmise bakarsak gelecekte ne yapacagini gormek mumkun.
Turkiye ve Avrupanin gercekten Israile karsi duruslarina anlam katmak istiyorlarsa Turkiye hemen Israil ile olan askeri ekonomik ve siyasi isbirligini askiya almalidir.
Avrupa Abargolarin ilk onculerin silah sanayi ile olanlari anons etmelidir.
Israilin ust kademe yoneticileri insan haklari suclarindan dolayi tutuklamakararlari cikarilmali interpole bildirilmelidir. ISrail urunlerinin ithalati engellenmelidir.
O zaman Israilin nasil dize geldigni hep beraber gormek mumkun.
Bunun disinda yapilanlar kendi kamuoylarini uyutma taktikleridir.