“Bu devrimde beyaz olan tek şey Beyaz Saray etkisidir”

İran Halkının Protestoları

İran Halkının Protestoları

Yazının ilk kısmı için tıklayınız.

En büyük rakibi Musaddık’ı Amerika ve İngiltere’nin desteği ile ekarte eden Şah, ülkede tek adam haline geldi ve bu durumun etkisi ile daha otokratik bir yönetim anlayışı benimsedi. Siyasi anlamda düzeni sağlayan Şah, toplumda günden güne artan huzursuzluğu Ak Devrim olarak adlandırılan bir dizi reform paketi ile önlemeye çalıştı. Her ne kadar daha önceleri petrol bulunsa da bu zenginliğin halka getirisi çok küçük  boyuttaydı. Petrolü çıkaran İngiliz ve Amerikalılar’ın olmaları  nedeni ile, pastadan İran halkına çok küçük bir pay bırakılıyordu. Ancak 1962 yılına gelindiğinde %50 hakkı İran’da olmak üzere, petrol sahalarının bulunması ve işletilmesi için çok uluslu bir konsorsiyum kuruldu ve bu durumun etkisiyle ülke bir anda zenginleşmeye başladı. Petrolün yardımıyla hızla zenginleşen İran’da, Şah batıdan ilham alarak İran toplumunu yeniden şekillendirmek istedi.  Ekonomik anlamda adeta bir Japon mucizesi hayallerinin kurulduğu bu dönemde, bir yandan istihdam artırılmaya çalışılırken bir yandan sanayi hamleleri yapılıyor, fabrikalar açılıyor,  İran toplumunda adeta orta sınıf yaratılıyordu. Bu olumlu gelişmelere rağmen değişimin çok hızlı olması ve adeta yukarıdan dikte ettirilmesi, Ak Devrim’i gerçek anlamda kitlelere yayamıyor ve bu durum İran toplumunda daha büyük sorunlara ve çok daha güçlü muhalif hareketlere sebebiyet veriyordu. Bir yandan Şah’ın gittikçe otokratikleşen tutumları nedeni ile siyasal olarak dışlanmış milyonlar, bir yandan da sanayi burjuvazisinin gittikçe zenginleşmesine karşın İran işçi sınıfının şehirlerde gecekondulara hapsedilmesi, etkisini günden güne artıran bir muhalif hareketin temelini oluşturuyordu. Her ne kadar İran toplumunda Şah’a ve onun Ak Devrimine büyük bir tepki olsa da, 1963-1973 dönemi, bu reform paketi sayesinde, İran için iyi bir dönem olarak kabul edilebilir. Neredeyse %0 olan enflasyon orta sınıfa refah sağlıyor, eğitim toplumun her kesimine ulaştırılıyor, İran ordusu yeniden yapılandırılıyordu. Hatta İran batılı ülkelere borç veriyordu. Bu gelişmelerin sonucunda, İran bahsi geçen dönemde Ortadoğu’nun lideri haline gelmişti. Tüm bu gelişmelere rağmen, sınıflar arası gelir dağılımındaki eşitsizlik toplumun bu reform paketine muhalif olmasına neden oluyordu. Ayrıca kendileri yokluk içinde ezilirken dış ülkelere borç verilmesi kitleleri daha kızgın hale getiriyor, Şah’ı vatan haini addediyorlardı. Bu noktada İran solunun toplumdaki bu kaynamadan yararlanamaması ve ilişki kuramaması, öfkeli kitleleri adeta İslami anlayıştan faydalanan bir kesimin kucağına düşürdü. Toprak reformu, seçim reformu, kadınlara oy hakkının tanınması gibi çeşitli radikal değişimler İran’da mollaların tepkisini çekiyordu. En güçlü muhalefet ise dönemin Şii molla hiyerarşinin en üstünde yer alan Ayetullah Humeyni tarafından yapılıyordu. Humeyni’nin Ak devrim ve Şah ile ile ilgili sözleri ülkedeki farklı farklı siyasal grupları cezbediyor, öfkeli kitleler adeta Humeyni liderliğinde sonradan devrimin motoru olacak olan bir ittifak oluşturuyordu.

İRAN_DEVRİMİ

[box_light]Devrim ![/box_light]

Ocak 1978’de, başta Tahran’da olmak üzere tüm İran’da yapılan Şah karşıtı gösteriler başladı. Grevler, iş bırakmalar ülkeyi ve ekonomisini allak bullak ederken, Şah ve onun çevresi toplumu anlayamıyor, reform paketlerini genişleterek kızgın kitleleri yatıştıracaklarına inanıyorlardı. Petrolden elde edilen gelirin büyük çoğunluğunun Reform paketlerine aktarılması enflasyonu artıyor, yaratılmaya çalışılan orta sınıf inşaatlarda çalışıyordu. Hal böyle olunca önceleri Şah’ın gitmesini savunan kalabalıklar, Şah’ın ölmesi gerektiğini dile getirmeye başladı. Tüm bu gelişmelere ABD ve İsrail’in desteği ile kurduğu istihbarat örgütü SAVAK aracılığıyla ezmeye çalışan Şah, 1000 civarında idama onay verdi, 4500 kadar muhalifi tutuklattırdı. Yangına benzin döktüğünü geç anlayan Şah Muhammed Rıza Pehlevi, 16 Ocak 1979’da bu sefer bir daha geri dönmemek üzere 2.kez ülkeden kaçtı ve 2500 yıl süren İran monarşisi yıkıldı. Müteakibinde sürgünde olan ve milyonların karşıladığı Ayetullah Humeyni İran’a geri döndü ve döner dönmez ilk sözleri şunlar oldu. “Ben hükümet tayin ederim, ben yumrukla mevcut hükümetin ağzına vururum”. Özgürlük umuduyla Şah’a karşı birleşen kitleler bu sözleri duydukları zaman şunu anlayacaktır: “Beterin beteri var “. Humeyni’nin sözleri İran’da hakim olacak baskı ve gerici bir İslam rejiminin ilk işaretidir. Sokak çatışmalarının kesilmesiyle birlikte 1 Nisan 1979’da dünyanın ilk İslam Cumhuriyeti İran’da kuruldu.

[box_light]Devrim Sonrası[/box_light]

İran Irak Savaşı sırasında Saddam Hüseyin ve ABD Savunma Bakanı Rumsfeld

İran Irak Savaşı sırasında Saddam Hüseyin ve ABD Savunma Bakanı Rumsfeld

Politik anlamda devrimi gerçekleştirip düzeni sağlayan Humeyni ve ekibi, ilk iş olarak Şah’ı devirmede kendileri ile birlikte hareket eden milliyetçi ve muhalif grupları temizlemeyi seçmişlerdi. On binlercesi İslami rejim tarafından idam edildi. Şah yönetimine ayaklanan İran halkı beterin beteri ile tanışmaya başladı. 2000 yılında Humeyni’nin sağ kolu olan Ayetullah Montazeri yazdığı kitabında, 1988 yılında 30.000 siyasi tutuklunun Humeyni’nin emri ile idam edildiğini açıklıyordu. Devam eden süreçte, devrim ideolojisinin getirdiği akımlar neticesinde ABD büyük düşman edildi. Özellikle 4 Kasım 1979’da bir grup radikal üniversite gencinin ABD büyükelçiliğini basması ve görevlileri rehin almasıyla başlayan süreç, ABD’nin Ortadoğu’da önemli müttefiklerinden biri olan İran’ı kaybettiğinin belgesi oldu. Kaybettiği İran’a ve Humeyni’ye karşı sonradan Irak halkı ile birlikte ipini çekeceği Saddam Hüseyin’i hazırlayan ABD, İran- Irak savaşını körükleyen bir tavır sergiledi. 22 Eylül 1980’de devrim sarhoşu olan İran’ın içinde bulunduğu dağınıklıktan faydalanmak için Saddam Hüseyin İran’a saldırdı. Devam eden 6 yıl boyuca iki tarafda net bir kazanım elde edemeden ve on binlerce İranlı sivil ve asker, Irak ordusunun kullandığı kimyasal silahlardan dolayı öldü. Savaş boyunca Irak ordusuna kimyasal silah satan ülkeler ise, aslında bu savaşın kimin ekmeğine yağ sürdüğünün bir kanıtıdır. Bu ülkeler sonradan sattıkları kimyasal silahları arama bahanesiyle Irak’ı işgal edecek olan ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği, Almanya, Fransa, Çin ve Mısır ve Basra bölgesinin Arap ülkeleridir. Satılan bu silahlardan dolayı 100.000’den fazla İranlı öldü, 500.000 ila 1.000.000 arasında İranlı yaralandı. Tüm uluslararası ajanslar savaş sırasında kimyasal silah kullanan tarafın Saddam Hüseyin olduğunu, İran’ın hiç kimyasal silah kullanmadığını teyit etmişlerdir. İki tarafında kaybettiği bir savaş olarak nitelendirilebilecek bu olay, iki tarafın da kaynaklarını tüketmesine; petrol tesislerine yapılan saldırılardan dolayı petrol üretiminin ciddi anlamda azalmasına ve fiyatların artmasına neden oldu. Üstelik İran’a saldırısından dolayı ekonomik buhran yaşayan Irak, ekonomisini tekrar ayağa kaldırabilmek amacıyla 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etti. ABD liderliğinde oluşan askeri ittifak, Irak ordusunu Kuveyt’den çıkardı ve ABD-Irak ilişkileri devam eden süreçte gerilimi sürekli artan bir hâl aldı. Irak savaşından sonra kendi iç meselelerine dönen İran’da siyasi devrimin yanında kültürel bir devrim de oldu. Humeyni’nin emri ile üniversiteler, gazeteler kapatıldı; müzik dinlemek yasaklandı; şairler, yazarlar, sanatçılar, öğretmenler, askerler tasfiye edildi. Oluşan boşluklara Humeyni yandaşları yerleştirildi. Devrimden sonra %78.9 oy oranıyla cumhurbaşkanlığına seçilmesi, Liberal Ebu’l Hasan Beni Sadr halkın molla yönetimine karşı tepkisi olarak yorumlanabilir. Molla yönetimine rağmen parlementodan bir çok liberal yasayı geçiren Ebu’l Hasan’ı engelleyemeyen Humeyni, cumhurbaşkanını indirmeye çalıştı. “Eğer 20 milyon ona evet diyorsa ben ona hayır diyorum”. Bu sözler karşısında sonunun Musaddık gibi olacağına inanan Ebu’l Hasan, Fransa’ya kaçarak canını kurtardı.

[box_light]Sonuç[/box_light]

1979 İslam devriminden bu yana İran’ın hem siyasi hem kültürel hem de sosyolojik alanında çok az değişim görüldü. Göstermelik seçimler yapılsa dahi, ülkenin ipleri hâlâ dini liderin elinde ve cumhurbaşkanı, dini liderin onayı olmadan hiçbir şey yapamayacak bir konumda. Bütün bu olumsuz olarak tanımlayabileceğim özelliklere rağmen, gerek sahip olduğu yer altı kaynakları, gerek geçmişten bu yana korumayı başardığı devlet ve millet geleneği sayesinde, bugün İran Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden bir tanesidir. Ancak dış politikası devrim ideolojisi etrafında şekillendiği için küresel güçler olan ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin daimi düşmanı. Bu nedenden dolayı şu an ortalık sakin gibi görünse de  işler her an tersine dönebilir.

Not: Serinin ilk yazısı: Ortadoğunun Laneti 1: İran (1)

Leave a Reply