Cumhuriyet’e Sığınan Alman Bilim Adamları

hitler

Nazilerin iktidara gelişi, Almanya’da yaşayan Yahudiler için sonun başlangıcı demekti.

Tarihler 30 Ocak 1933’ü gösterdiğinde Alman Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, 1932’de yapılan seçimlerde en çok sandalyeye sahip Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi Lideri Adolf Hitler’i şansölye olarak atadı. Bu olayla birlikte bu yazının konusu olan Yahudi bilim adamları için Nazi Almanya’sında yaşamak tıpkı diğer Yahudilerde olduğu gibi gittikçe zorlaşacaktı. Artık Nasyonal Sosyalist Parti programının da dediği gibi:

Sadece Alman soyundan gelenler, inancı ne olursa olsun, Alman milletinden olacaktı. Bu yüzden hiçbir Yahudi, Alman milletinin bir parçası olamazdı.

Bu Almanya’daki Yahudiler için sonun başlangıcıydı. Nazi Almanya’sını ve Yahudi Soykırımı’nı anlatmak için herhangi bir yazının yeterli olmayacağını, konu hakkında yüzlerce kitap ve film olduğunu hatırlatarak doğrudan okuduğunuz yazının temel konusu Nazi zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan Yahudi bilim adamlarına geçmek istiyorum.

Hitler hükümetinin ırkçı yasalarından ilki olan, rejim düşmanlarından, özellikle de Yahudilerden kurtulma fırsatı veren ” devlet memurluğu mesleğinin ihyasına dair kanun ” 7 Nisan 1933’de kabul ediliyordu. Ari ırktan olmadıkları gerekçesiyle birçok bilim adamı üniversitelerden kovuldu ve Almanya’yı terk etmek zorunda bırakıldı. Neredeyse aynı tarihlerde Türkiye’de de üniversite reformu adıyla yeni bir kanun çıkarılmıştı. Cenevre Üniversitesi eski rektörü, pedagoji profesörü Albert Malche’e hazırlatılan raporun sonucu olarak Genç Cumhuriyet’in yüksek öğretim ihtiyacını karşılamayan İstanbul Darülfünun’u kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştu.  Darülfunun’un 240 hocasından 157’si görevden alınmıştı ve yeni üniversitenin açılışına üç ay kala hiçbir atama yapılmamıştı. Kadro açığının yurtdışından getirilecek bilim adamlarıyla tamamlanabileceğini düşünen yönetim için Nazi Almanya’sından kaçan ve sığınacak liman arayan akademisyenler deyim yerindeyse bulunmaz bir nimetti. Zürih’te kurulan Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti temsilcisi Profesör Philipp Schwartz, Malche ile ilişkiye geçmişti ve çok sayıda üstün nitelikli Alman profesörün İstanbul Üniversitesi’nde görev alabilmesi için görüşmeler gerçekleşiyordu. Hatta ilk günün sonunda 30 profesörün işe alınması kararlaştırıldı. Böylece üniversite reformuyla birlikte Yahudi kökenli mülteci bilim adamları Türkiye’ye gelmeye başladı. İlk gün 30 olan rakam diğer kurumların da talepleriyle sekiz yüze yaklaşmıştı. Türkiye, dünyada Amerika’dan sonra en çok sayıda Alman profesörü kabul eden ülke haline gelmişti. Almanca konuşan bu aydınların ülkeye yerleşmesi muhteşem derecede bir bilgi ve kültür aktarımına sebep olmuştu. Akademik dünyanın süper starlarının gelişiyle İstanbul Üniversitesi adeta en iyi Alman üniversitesi oluvermişti.

Darülfünun'dan Üniversiteye

Darülfünun’dan Üniversiteye

1933 yılında Hitler’in zulmünden kaçıp ülkemize sığınan bu isimleri tanıdıkça, ne denli değerli bir cevher bulduğumuzu daha iyi anlıyoruz.  Köln Üniversitesi’ndeki görevinden Yahudi kimliği nedeniyle uzaklaştırılan Avusturyalı ünlü dilbilimci, Romanolog ve karşılaştırmalı filolog uzmanı Leo Spitzer bunlardan biriydi.  Edebiyat Fakültesi’nde yeni kurulan Garp Filolojileri kürsüsüne çağrılmıştı ve ayrıca tüm öğrencilere yabancı dil eğitimi vermesi öngörülen Yabancı Diller Okulu’nun kuruluşuna büyük katkılar sağlamıştı. 1936 yılında ABD’den John Hopkins

Leo Spitzer

Leo Spitzer

Üniversitesi’nden aldığı teklifle Türkiye’den göç etmişti. İddialara göre Türkiye’deki kütüphanelerin yetersizliği onu bu kararı almaya itmişti.

Ernst Hirsch de 1933’te ülkemize sığınan bir diğer değerli bilim insanı. 1933-43 arası İstanbul’da ders veren hukukçu, 1943’te Ankara’da ders vermeye başlamış ve 1952’de Almanya’ya dönünceye kadar burada kalmıştır. Hirsch’in birçok kanunun hazırlanışında payı vardır. Türk Ticaret Kanunu, Türk Telif Hakları Kanunu bunlardan sadece birkaçıdır. 50 yaşında Almanya’ya döndükten sonra Berlin Üniversitesi’nde iki defa rektörlük yapmış olduğunu da söylersek onun büyüklüğünü daha iyi kavrayabiliriz.

İstanbul Üniversitesi’nde 1933-39 yılları arasında görev alan yabancı bilim adamlarından biri de Richard Edler von Mises’ti. O yıllarda olasılıklar hesabı hatta uygulamalı matematiğin hemen hemen her alanında dünya çapında bir otorite olarak görülmekteydi. Tıpkı Spitzer gibi o da daha sonraları ABD’ye- Harvard Üniversitesi’nin davetiyle- göç etmişti. Cahit Arf’ın sonraki yıllarda Mises’le ilgili söylediği sözler ise adeta bir itiraf niteliğinde:

Biz, o zaman İstanbul’a gelen değerli profesörlerden daha çok yararlanabilirdik. Ama yapamadık. Örneğin von Mises’la beraber çalışmak yerine onunda aynı düzeyde olduğumuzu gösterme çabasına girdik, iyi bir işbirliği yapamadık.

Richard Edler von Mises

Richard Edler von Mises

Her biri aslına birer yazının konusu olabilecek bu değerli bilim insanlarından bazılarının hayatlarını kısaca tanıtmaya çalıştım. Olaylara onların gözünden bakacak olursak durumun Türkiye açısından parlak olduğu kadar onlar açısından gayet trajik olduğunu da açıkça görebiliriz. İlber Ortaylı’nın da dediği gibi gelen insanların birçoğu o günün şartlarında normal hayatlarına devam etseler, Türkiye’ye muhtemelen turist olarak dahi gelmezdi ayrıca o dönemde; ABD ve Büyük Britanya’daki kısıtlı göçmen yasaları ve üniversite istihdamındaki yaygın antisemitizm yüzünden üniversitelerde iş bulma imkanları olmadığını iyi biliyorlardı. Konu hakkında detaylı araştırmalarıyla bilinen Arnold Reisman’a göre hem ABD vizesi olup hem de ABD’den bir iş teklifi alan hiçbir bilim adamı Türkiye’ye gelmedi. Yani aslında bu insanların buraya göçlerinde sıfırdan bir üniversite sistemi kurulması gibi bir düşünceleri yok, başka şansları olmadığı için buraya yerleştiler.

Öte yandan ülkede çok az kütüphane ve laboratuvar vardı, hepsini kendileri kurmak zorunda kaldı. Türkiye’deki Yahudi cemaatiyle pek ilişki kurmadılar ve kendi aralarında bir sosyal klik oluşturdular. Türklerle de iletişime geçemeyince toplumdan neredeyse tamamen koptular. İşin ilginç tarafıysa bu bilim adamları Türkiye’den ayrılınca gerçekleşti. Neredeyse hiçbiri gittikleri ülkelerde Türkiye yıllarından bahsetmedi. Reisman’a göre Türkiye gibi bilimsel açıdan geri bir ülke dışında, hiçbir yerde iş bulamamayı kendilerine yediremediler ve bu durumdan utanç duyarak sakladılar.

 

 

Kaynakça

Gülmez, Gülnihal. 1933 Sonrası Türkiye’ye Sığınan Nazi Karşıtı Aydınlar ve Karşılaştırmalı Edebiyatın İki Kurucu Adı: L. Spitzer ve E. Auerbach

Namal, Yücel. Türkiye’de 1933-1950 Yılları Arasında Yükseköğretime Yabancı Bilim Adamlarının Katkıları. Yükseköğretim ve Bilim Dergisi. Nisan 2012.

http://www.hurriyet.com.tr/soykirim-tarihinde-turkiye-ye-kacan-yahudi-bilim-adamlariyla-ilgili-tek-satir-yok-10523447

Resim Kaynakçası

https://en.wikipedia.org/wiki/Richard_von_Mises

http://www.gettyimages.com/photos/leo-spitzer?excludenudity=true&sort=mostpopular&mediatype=photography&phrase=leo%20spitzer

http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=469

 

 

Leave a Reply

2 comments

  1. Mine

    Kaynakca olarak gosterdiginiz ilk kitap (Gulnihal Gulmez) basligindan da anlasilacagi gibi Turkiye’ye siginanlar sadece Yahudi bilim adamlari degildi. Siginanlarin arasinda Nazi rejimi karsiti, escinseller, komunistlerde vardi. Fritz Neumann’in Bogazici’ne Siginanlar’in kaynak olarak gostermediginize sasirdim. Anlatmadiginiz bir nokta da, siginma talebinin disardan OSE baskani olarak Albert Einstein’dan gelmis olmasidir. Ancak bu talep Maarif Vekili (M.E. Bakani) Ismet Inonu tarafindan red edildigi, daha sonra bilgilendirilen Ataturk talebin kabulunu istemistir.

  2. Burak Kazim Yılmaz

    “Hitler hükümetinin ırkçı yasalarından ilki olan, rejim düşmanlarından, özellikle de Yahudilerden kurtulma fırsatı veren devlet memurluğu mesleğinin ihyasına dair kanun 7 Nisan 1933’de kabul ediliyordu.” Bu cümleyle ilk eleştirinizde dediğiniz kısımlara atıfta bulunmuşum ki zaten o dönemde Türkiye’ye eşcinsel veya komunist diyerek yaftalanan insanların kabul edilmesi pek mümkün değil. Diğer bir konu ise Einstein’ın mektubu. Einstein’dan 40 kadar bilim adamı için bir sığınma talebi gelmiştir ancak bu talep reddedilmiştir. Red yazısını internette bulabilirsiniz. Yazıda da bahsettiğim gibi ilk bilim adamları Profesör Malche’ın çabalarıyla ülkemize gelmiştir. Devamı da yine benzer şekillerde olmuştur. Einstein’ın mektubunun bir işlevi olmamıştır bu konuda. Son olarak İsmet İnönü hiçbir zaman Maarif Vekili olmamıştır.