Onu, ister izlediğiniz animelerden, okuduğunuz mangalardan, tarihinden, kültüründen, müziklerinden, kıyafetlerinden, baş etmeye çalıştığı doğal afetlerden; ister de gelişmiş teknolojisi ile her geçen gün bizi şaşırtması sayesinde bilin, ilgi duyma sebebiniz ne olursa olsun, Japonya’nın Dünya’nın en ilginç ülkelerinden biri olduğu su götürmez bir gerçektir. Küçüklüğümden beri hem mesafe açısından hem de kültürü açısından bize çok uzak olan Uzakdoğu’nun Kraliçesi Japonya, beni etkilemiş, Japonya’da yaşama fırsatını yakalayan akrabalarımın anlattığı hikayeler ve bana getirdikleri hediyeler de oraya olan merakımı körüklemişti. Görmeyi istediğim ülkeler listemde başı çeken bu ülkeyi, bu yılın haziran ayında görme fırsatını yakaladım. Gitmeden önce, çoğumuz gibi sadece televizyonda gördüğüm ve anlatılan hikayelerden duyduğum kadarını bilerek çıktığım bu yolculuğum sonunda gördüğüm Japonya, beni şaşırttı, takdir ettirdi ama bazı noktalarda da ülkemizi arattı.
Yaklaşık olarak yetmiş iki saatimi, ya uçakta ya da havaalanlarında bekleyerek harcadıktan sonra adanın güneyinde bulunan ve “2015 Dünya’nın En Yaşanılabilir Şehirleri” sıralamasında birçok Avrupa ülkesini geride bırakarak 12. sıraya yerleşen Fukuoka’ya uçağımız indi. Havaalanında yaşadığımız, sonradan bizi kahkahalara boğacak olan minik bir problemden sonra tam anlamıyla Japonya maceramız başlamış oldu. Fukuoka, iletişim yüzünden çektiğimiz birtakım sıkıntılar haricinde, Hiroşima, Osaka, Kyoto ve Tokyo’yu geride bırakarak, insanlarının sevimliliği, sıcakkanlılığı ve biraz utangaç olmaları haricinde yardımsever oluşlarıyla bizi güzel bir şekilde ağırladı. Güzel havası, geniş ve temiz sokakları, şehrin ortasından geçen Muromi Nehri, ferah parkları ve yeşillikleri ile Fukuoka, gerçekten yaşamak isteyebileceğim bir şehirdi.
Fukuoka’da geçirdiğimiz iki günün sonunda, bizi tarihin en trajik olayına tanıklık eden Hiroşima’ya götürecek olan trenimize bindik. 6 Ağustos 1945 tarihinde ABD tarafından atılan atom bombası sonrasında yerle bir olan, maalesef zorunlu olarak sıfırdan inşa edilmiş ve sonrasında tamamen barışa adanmış bu güzel şehri, festival zamanında görmeyi başarmamız büyük bir şanstı. Sokaklar Kimono’larını giymiş genç kızlar ve oğlanlar, ellerinde yüzlerce farklı atıştırmalık ve içeceklerle gezen insanlar ve söylenen şarkılarla dolup taşıyordu. Ciddilikleri ve kurallara olan bağlılıklarıyla akıllarımızda yer etmiş olan Japonları, ellerinde içecekleriyle, yüksek sesle şarkılara eşlik ederken ve dans ederken görmek, biz dahil bütün turistler için tam bir görsel şölendi. “İyi ki buraya gelmişim” cümlesini de yanımda dans edenlere bakarak hareketleri öğrenmeye çalıştığım sırada aklımdan geçirmiştim. Aynı cümleyi ikinci kez, ertesi gün Hiroşima yakınlarındaki Miyajima Ada’sına gittiğimde tekrar kullandım. Günün, çekilen sular yüzünden, sadece belirli saatlerinde “mükemmel” bir şekilde görebileceğiniz Itsukushima Tapınağı, bütün görkemiyle karşınızda dururken hayretler içinde kalmamanız ve görüntüye alışıp kendinize geldiğiniz de ise bol bol fotoğraf çekmemeniz imkânsız. Ayrıca, adanın neredeyse her yerinde görebileceğiniz, serbestçe dolaşan geyikler de sanki tapınağın ve adanın manzarası yetmezmiş gibi, fotoğraflarınızı renklendirmek için yanınızdalar. Turistlere, onlara yaklaşmaya çalışan insan kalabalıklarına alışmış olan ve daima aç gezen bu geyikler, burunlarının dibinde bir sandviç yemeye kalkmazsanız veya arka cebinizde broşür, harita gibi bir şey taşımıyorsanız kendi hallerinde gezerek rahatsızlık vermiyorlar. Yine de geyiğin ağzındaki haritasını alabilmek için savaş veren turistleri izlemek de ayrı bir zevkti.
Tarihi geçmişi ve barındırdığı yüzlerce tapınağı ile en çok merak ettiğim şehir Kyoto da bizi, nemli ve bol yağışlı bir haziran günü karşıladı. Yağan yağmurun verdiği en büyük zarar çektiğiniz fotoğraflaraydı. Fakat, kardeşimin de bana söylediği gibi, yemyeşil dağların zirvelerini kapatan sisin ve yağan yağmurun, ortamı daha gizemli kıldığı da bir gerçekti. Hatta bazı turistlerin kendi aralarında, tapınakları yağmur altında görmenin, güneşli bir günde görmekten daha iyi olduğunu konuşurken duyduk. Hava haricinde Kyoto gezisini ilginçleştiren bir diğer şey de Japon ortaokul öğrencileriydi. Ellerinde tuttukları bir kâğıtta yazan sorularını sorabilmek için turistlere nazikçe yaklaşıyor, turistlerden Japonya hakkındaki izlenimlerini alıyor, kendi kültürleriyle karşılaştırmalarını rica ediyor ve en sonunda size bir şeker ikram edip fotoğraf çekiyorlardı. Ben de dahil olmak üzere, Kyotolu çocuklarla kısa bir süreliğine de olsa, bir kültür alışverişinde bulunmak birçok turistin hoşuna gitmişti. Turistlerin hoşuna giden bir diğer şey de tapınakların bulunduğu tepeden şehir merkezine inen dolambaçlı yolun iki tarafını kaplayan hediyelik eşya, kıyafet, şeker dükkanları ve size değişik Japon tatları sunan restoranlardı. Yüzlerce dükkanı barındıran bu dolambaçlı yoldan harcama yapmadan veya ikram edilen çeşit çeşit yiyeceklerden tatmadan inmek kesinlikle imkansızdı.
Rengarenk geçitler ve tapınakları ile tarihi bir şehir olan Kyoto sonrası, Osaka ve Tokyo gibi modern, gökdelenli, led ışıklarla süslenmiş, kalabalık ve gece gündüz uyanık olan iki şehri görmek bende şok etkisi yarattı. Japon teknolojisi ve yaratıcılığının sonuna kadar kullanılarak oluşturulduğu bu iki büyük şehir, kendinizi 2018’den çok 3018 yılında gibi hissetmenize sebep oluyor. Aklınızın ucundan bile geçmeyen fikirler, hareketli şarkılar, komik denilebilecek reklamlar ve gösterişli otomobiller, bu iki şehrin her köşesinden fırlayarak size ülkenizden ne kadar uzakta olduğunuzu hatırlatıyor. Fakat bu küçük hatırlatma sizi rahatsız etmekten çok, ağzınızın şaşkınlıktan daha da açılmasına sebep oluyor. Sonuç olarak, barındırdıkları detaylar ve görsel fazlalıktan dolayı Osaka ve Tokyo, milyarlarca kez ziyaret etseniz, hatta orada doğup büyümüş olsanız bile asla bu iki şehri tam anlamıyla göremeyeceğinizi hissettiriyor.
Her yerde bulabileceğiniz içecek makinaları, önünde durduğunuzda sizinle konuşmaya başlayan market reyonları, kedi kafeler, Uzakdoğu yemekleri, büyük şehirler, rengarenk stilleri ve makyajları ile Japon kadınları, tapınaklar, Zen evleri, kimsenin yüzmediği plajlar, ılık hava, temiz sokaklar, robotlar, şarkılar ve daha bir sürü detayı ile Japonya, size isteseniz bile hayatınız boyunca unutamayacağınız bir deneyim sunuyor ve ne kadar uzak olsa da kendini özlettirecek güzellikte. Sadece kültürüne ve geleneklere bağlı kalıp, çağın gereklerini ıskalayan veya salt modernlik uğruna geçmişini ve geleneklerini yok sayma yanılgısına düşmeden, modernite ile gelenekselciliği bu kadar iyi harmanlayan ve içselleştiren bir ülke olarak Japonya, tamamen farklı bir noktada konumlanıyor. Bizlere de bunu takdir etmek ve modern şehirlerinde bile köklü kültürün bıraktığı izleri sürmek kalıyor.
Kaynakça:
https://www.google.com/url?sa=i&rct=j&q=&esrc=s&source=images&cd=&ved=2ahUKEwisrKyjqq7cAhWBr6QKHWD7CK0QjRx6BAgBEAU&url=https%3A%2F%2Fwww.cnn.com%2Ftravel%2Fdestinations%2Fjapan&psig=AOvVaw2F_-OhcvClB5oo_CQAu8EY&ust=1532198480086365
Recep
MÜ KEM MEL! Her şey bir yana, bu kadar hassas işlenilerek okuyucuya bilgi verilmesi gereken bir konuyu aynı zariflikte verdiğin için seni kutluyorum. Japonya’ya gitmemiş olmama rağmen; içimdeki seyahat aşkının bana dayandırmış olduğu Japonya merakım, bu samimi yazı sayesinde bir üst noktaya çıktı. Kendi çekmiş olduğun ve eklediğin fotoğraflar ise yazının başlığına neden “Uzakdoğu’nun Kraliçesi” ismini layık gördüğünü gözler önüne seriyor. Yaşadığın bu birbirinden farklı tecrübeler ve kültür karmaşasına, gezip, Japonya havasını içine çekmek isteyen herkesin maruz kalması dileğiyle… Tüm emeğin için teşekkürler
Pelin
çok hoş bir yazı olmuş
Aybala Deniz
Harika bir yazı! Japonya’yı ziyaret etme isteğimi pekiştirdi
Lara Kılıçarslan
Kelimelere sığdırılamayacak güzellikteki bir ülkeyi anlatabildiysem ve ziyaret etme isiteğini pekiştirdiysem ne mutlu bana :) Umarım kendi gözlerinle de görme şansın olur