Bazen terk edilmiş bir evin yıkık dökük duvarlarında, bazen çat kapı gelen eski bir
dostun muhabbetinde ya da bazen yüreğimizin zihnimize fısıldadığı cüretkâr bir suflede…
Kimi zaman saklambaç oynarcasına kat kat çarşafların arasına gizlenmiş, kimi zaman ise bir
tül perdenin arkasına bile geçmeyi reddedip çırılçıplak karşımıza dikilmiş bir şekilde… Bir
yerde ve bir şekilde buyur edilmeyi beklemeksizin her insanın hayatına girer şiir.
Ben bu
davetsiz misafiri kendi evimin ahalisinden sayıyorum artık. Aynı evi paylaştığım aile
fertlerimin birisinden haber alamadığımda yaşadığım korku ve endişenin tıpkısını, yüreğimin
ve zihnimin odalarında gezinirken sarılacak bir iki dize ya da upuzun bir şiir bulamadığımda
da yaşıyorum uzun zamandır.

Şiirle kurduğum, her gerçekten daha gerçek hissettiren bu kan bağı birkaç yıl öncesine
uzanıyor aslında. Yıkılmaz sandığım tüm dağların bir bir üzerime yıkıldığı ve benim son
çırpınışlarımla üzerime yıkılan dağlara bir damla gün ışığı için yalvardığım bir dönemde, yıllar
öncesinden yazılıp tozlu raflardaki kitapların arasına sanki benim bulmam için özel olarak
yerleştirilmiş şiirler benim için güneşin ta kendisi oldu. Kelebeğin Rüyası (2013) isimli filmin
hikâyesiyle gönlüme taht kuran kahramanları Rüştü ve Muzaffer de şiiri kendi dünyalarının
güneşi yapmış olacaklar ki kömür karasını andıran en sancılı anlarında dahi derhal koşup şiire
tutunuyorlar ve şiir onları bağrına bastıkça yaşadıkları acılara rağmen hayata dört elle
sarılıyorlar. Mediha hayata veda ettiğinde, Muzaffer ile Rüştü’nün odaya kapanıp duvarları
şiirlerle donatmaları ve tam da şiir yazmayı bırakıp sohbet etmeye başladıkları anda
Rüştü’nün küskün bir şekilde hayata gözlerini kapaması; şiirle kurdukları bağın en zarif ilanı
değil midir zaten? (Kelebeğin Rüyası 2013) Gerçi şiir bahsi geçtiğinde her şey göz dolduran bir
zarifliğe bürünüyor aslında. Rüştü’ye “Sen kötü şeyleri çok güzel söylüyorsun.“ diyerek ne de
güzel anlattı Mediha bunu. (Kelebeğin Rüyası 2013)

Peki, ruhumun orta yerinde meydan okurcasına saltanat kurmuş şiirin ve şiirle
aramdaki bu kırk düğüm halatı andıran kuvvetli bağın varlığını ben nasıl ilan ediyorum
kapılarımın dışında kalan dünyaya? Odamın duvarlarını şiirlerle donatmadım ya da şiirsiz
geçen anlarımdan birinde son nefesimi vermedim açıkça belli ki. (Kelebeğin Rüyası 2013)
Hayır, benim yöntemim bambaşka. Ben ruhumda cüretkâr bir şekilde gezinen her bir dizeyi
saklama arzusuyla dolup taşıyorum
.
Sanki bir dizeyi dillendirsem o dize pılını pırtını toplayıp
benden köşe bucak kaçacak, bana küsüp darılacak gibi bir korku var içimde. Tam da bu korku,
tam da bu saklama isteği benim şiirle kurduğum bağın açık bir şekilde ilanı oluyor aslında;
çünkü çoğu insan bilir ki insan en değerlisini kendi gözünden bile sakınır, gizlemek için
çabalar ve bu çabayla birlikte kendisini ele vermiş olur.

Şiiri ruhumun en mahrem yerlerinde saklamak için neler yaptığımın bilincine ise
birkaç satır önce dillendirdiğim sorunun cevabını bulduğumda vardım. Bu bilinç sayesinde
nedenini kavrayamadığım onca hareketimin özünde yatan fikirle tanıştım. Neden oldum olası
şiir kitaplarımı, kitaplığımın en ıssız köşelerine sakladığımı veya neden okurken altını hevesle
çizdiğim her bir dizeyi geceleri sessizlikle okuduğumu artık biliyorum. Niçin bir yerde ve bir
şekilde sevdiğim bir şairin meftunu olduğum bir şiirine denk geldiğimde gözlerimi
gökyüzünün derinliklerine doğru kaçırıp mimiklerimi ustaca bir tebessümün ardına özenle
gizlediğimi artık kavrayabiliyorum. Niçin bir muhabbet esnasında şiir bahsi geçtiğinde
heyecanlanıp ellerimin ayaklarımın buz kesmesine engel olamadığımı artık anlayabiliyorum.
Daha önce anlamlandıramadığım her bir davranışımın ardında yatan sebep, meğerse birkaç
cümle önce bahsettiğim şiirin bendeki yerini saklama arzusuymuş.

Velhasılıkelam şiir kapısını çaldığı her insanın yüreğinde farklı ağırlanıyor. Kimisi onu
baş tacı ediyorken kimisi kapısını sessizce tıngırdatan bu davetsiz misafirin farkında bile
olmuyor ama o hep hayatımızın bir yerinde sessiz adımlarla geziniyor. Bir diğer yandan ise bu
sessiz konuk, onu çatısı altında ağırlamaya hevesli her ev sahibinin en zorlu anlarında
omzunu sıvazlayıp kulağına yaşama dört elle sarılmasını fısıldıyor. Yaşama gayreti içerisindeki
bizlere ise kapıyı tıklatan bu davetsiz misafirin sessiz adımlarını duymak ve onu kendi
yüreğimizin konuştuğu dilde içeriye davet etmek, daha doğrusu davet edip onun en kömür
karası anlarımızda güneşimiz ve en güçsüz anlarımızda kuvvet aldığımız yaşam kaynağımız
olmasına izin vermek kalıyor.

Kaynakça
Kelebeğin Rüyası. Yön. Yılmaz Erdoğan. 2013. İstanbul: BKM Film, 2014. DVD.

Leave a Reply