Tarih: 14 Haziran 1926

Gazi Paşa yaklaşık 40 gündür aralıksız devam eden yurt gezilerini İzmir ile tamamlayacaktı.  7 Mayıs’ta Ankara’dan ayrılmış, birçok şehri kapsayan gezisini 14 Haziran’da İzmir’e geçerek sonlandıracaktı.  İzmir, bütün 1_4ihtişamıyla onu bekliyordu. Ancak o ziyareti kana bulamak isteyenler vardı. O gün Gazi’ye suikast düzenlenecekti. Üstelik son derece hazırlıklı ve donanımlıydılar. Ve muhtemelen ölen sadece Atatürk olmayacaktı. Suikastin, İzmir’in Kemeraltı semtinde yapılması planlanmıştı. Halkın yoğun ilgisi altında buradaki kavşaktan dönmek için yavaşlayacak olan arabaya silah ve bombalarla saldırılacaktı. Ve muhtemelen kan gövdeyi götürecekti…

Neyse ki suikastin planlayıcılarından bir tanesi son anda vazgeçmiş ve polise suikast planını ihbar etmişti. Akabinde suikastçiler yakalanmış ve plan suya düşmüştü. Bu olay sebebiyle İzmir’e iki gün gecikmeli gelen Gazi, kendisine geçmiş olsun dileğinde bulunan İzmirlilere şöyle seslendi : “Beni öldürebilirler, bu gayet tabii bir vakaa olur. Ben bir faniyim, tıpkı tüm insanlar gibi… Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, lakin Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar payidar kalacaktır.”

Evet, o bir faniydi, o bir insandı, o bizden birisiydi; o,  onu sadece öyle görmemizi istedi. Etrafında yalakalık yapan dalkavuklardan hiç haz etmez, abartılı iltifatlar işittiğinde öfkelenirdi. “Kimseye iltifat etmeyeceksin, kimseyi aldatmayacaksın, sadece hedefine, gerçek ülküye doğru ilerleyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada direneceksin. Kendini büyük değil; küçük, sefil, araçsız bir adam gibi telakki edecek ve zorlukları bu şekilde yeneceksin. Sonra birileri çıkıp sana ‘büyüksün’ derse bunu diyenlere güleceksin.”

Henüz küçücük bir çocukken, babasını kaybedip evsiz kaldığında çalıların arasında oturduğu gibi otururdu Çankaya bahçesinde. Uzun yıllar sonra, kendisi gibi evsiz kalmış olan, gidecek yeri olmayan milyonlarca insana yıkılmış çınarın dallarından yepyeni bir yuva kurdu.

Henüz gencecik bir subayken, Kuzey Afrika çöllerinde savaşırken bir haber almıştı; memleketi, yuvası, biricik Selanikçiğini tek bir imzayla vermişti Osmanlı. Selanik kaybedilmişti. Şehir savunulmamış, tek bir kurşun bile atılmadan teslim edilmişti. Annesinin, kız kardeşinin durumundan habersizdi, korku ve merakını bulunduğu yere  gömüp devam etti savaşmaya.  Daha sonra İstanbul’a gelmiş, annesi ve kız kardeşini perişan bir vaziyette bir muhacir kampında bulmuştu. Onları bir arkadaşının evine yerleştirip, yaveri ve can yoldaşı Salih Bozok’a şöyle demişti; ” Nasıl terk ettiniz Selaniği, o güzelim memleketimi düşmana bırakıp da nasıl geldiniz buralara?” Yıllar sonra Samsun’a gidip Kurtuluş Savaşı’nı başlatmadan önce gitmemesi için ayaklarına kapanan annesini şöyle ikna etmişti. “Gitmem lazım anne, gitmem lazım çünkü buraların da Selanik gibi olma ihtimali var.” çaresiz göz yaşlarını sildi Zübeyde Hanım. Hiç kuşkusuz en iyi o bilirdi vatan kaybetmenin ne demek olduğunu…

Mustafa Kemal ve annesinin buluşmaları her seferinde bir törene dönüşürdü.

Mustafa Kemal ve annesinin buluşmaları her seferinde bir törene dönüşürdü.

İşte o Zübeyda Hanım, bir kış günü ansızın vefat ettiğinde, Mustafa Kemal yine bir yurt gezisindeydi. Bu sefer göz yaşlarını silme sırası ondaydı, zira annesine son görevini yapacak vakti bile yoktu. “Ağlamayın paşam.” diye onu avutmaya çalışan yaverlerine dönüp “Neden ağlamayacakmışım ?  Annem öldü ama diğer annem yaşıyor, annemi kaybedersem ağlarım; vatanımı kaybedersem de öyle. Ben ikisini eşit sayarım” diyecekti.

Ömrünün sonuna kadar işte o vatan için çalışacak, o vatan için ölecekti… “Ben günü geldiğinde, en büyük hediyem olmak üzere bu millete canımı vereceğim.” derdi. Nitekim verdi…

Bugün onun sonsuzluğa erişmesinin 76.yılındayız. En büyük eserim dediği Cumhuriyet ise  91 yaşına bastı. Gelecek kuşaklara emanet ettiği devrimler ve cumhuriyet ise hala ayakta… Ve o hala bizim yanımızda.

Bir gün ona nazı geçenlerden birisi, “Bilmelisiniz ki öldüğünüz zaman heykelinizi paramparça ederler, yaptıklarınızın hiç birisi ayakta kalmaz, çok uzun yaşamaya bakmalısınız.” dediğinde,

O gülümser ve şu cevabı verir: “Mustafa Kemaller 20 yaşındadır.”

Bizler de gayet iyi biliyoruz ki bu topraklarda Mustafa Kemaller ölmez. Esir de düşse, çaresiz de kalsa Mustafa Kemaller yenilmez… Bugün herşeye rağmen koruyabiliyorsak umudumuzu, güvenimizi, inancımızı işe bu sebeptendir.

 

 

Leave a Reply

2 comments

  1. Faruk

    Yazında duygularını gerçekten iyi bir şekilde aktarabildiğin için tebrik ederim.

  2. Erden Seyman

    Çok duygulandım Ali Yağız ellerine ve düşüncelerine sağlık