Herkesin bildiği üzere ülkemiz doğalgaz rezervleri yönünden yoksun olduğu veyahut o rezervleri çıkartabilecek teknoloji ve gelire sahip olmadığı için doğalgaz sektöründe dışa bağımlı bir ülke. Her ne kadar doğalgaz ihtiyacımızın bir kısmını Azerbaycan ve Türkmenistan gibi ortak kültürel mirasa sahip olduğumuz ülkelerden karşılasak da bu ülkelerdeki doğalgaz rezervleri tüm Türkiye’ye yetecek büyülükte olmadığından Rusya’nın en büyük ikinci doğalgaz alıcısı konumuna geliyoruz. Sadece Türkiye üzerinde değil Avrupa ülkelerinin büyük bir çoğunluğu üzerinde de kendi tekelini yaratan Rusya, üstün konumu sayesinde istediği fiyat ve uygulamaları bizim gibi birçok ülkeye dayatıyor.
Rusya ile olan doğalgaz ilişkilerimiz çok eski bir tarihe, 1984 yılına dayanıyor. Bu tarihte imzalanan Batı Hattı Anlaşması’nı, 1997 yılında imzalan Mavi Akım ve 2016 yılında imzalanan Türk Akımı anlaşmaları takip ediyor. Anlaşma maddelerini incelediğimizde, Rusya’nın üzerimizde kurduğu hâkimiyet de ayan beyan ortaya çıkıyor. Git gide, Rusya’nın ödemek zorunda olduğu vergiler azaltılıyor, kara kesimlerinde Rusya’ya hisseler veriliyor. Burada hatırlanması gereken nokta, nasıl biz Rusya’nın doğalgazına muhtaçsak Rusya’nın da Türkiye gibi büyük alıcılara muhtaç olduğudur. Bu noktada Türkiye taviz vermeyi bırakmalı ve kendi ekonomik çıkarlarını ön plana koymalıdır.
Üstelik Türkiye’ye, Rusya’dan satın aldığı gazı diğer ülkelere satma yetkisi tanınmıyor. Azerbaycan’dan çok daha ucuza aldığımız doğalgazı, Rusya’dan çok yüksek fiyatlara almak zorunda kalıyoruz. Üstelik Rusya’nın bu politikaları sadece Türkiye’ye yönelik de değil. Avrupa Birliği üyesi ülkelerden sekiz tanesi de yukarıda bahsettiğimiz geri satım yetkisinden mahrum bırakılmış durumda. Yine de bu ülkelerle Türkiye arasında dikkat çekmeye değer gördüğüm bir fark var:Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin tamamlanmamış olması. Zira Avrupa Birliği kendi bünyesi içindeki, Rusya’nın mağdur ettiği, haksız fiyatlandırma ve yetki yoksunluklarıyla karşılaşmak durumunda kalan üye devletlere yardım elini uzatmaktan çekinmiyor. İlk olarak Avrupa Birliği, 3. Enerji Paketi denilen bir kanun paketini tanıtarak Rusya’nın marketteki tekelciliğine ilk darbeyi indiriyor. Bu kanun paketi üçüncü kişilerin doğalgaz boru hatlarına erişimini daha sıkı gerekliliklerin yerine getirilmesi koşuluna bağlıyor. Avrupa Birliği bununla da kalmıyor. Rusya’nın büyük doğalgaz şirketi Gazprom’a bir anti-tröst davası açıyor. Bu davada Gazprom’un doğalgaz marketini Merkez ve Doğu Avrupa olmak üzere ikiye bölmeye çalıştığı, müşterilerin aldıkları doğalgazı geri satmalarına engel olduğu, bazı ülkelere adil olmayan ücretlendirmelerde bulunduğu ve marketteki baskın pozisyonunu kötüye kullandığı iddia ediliyor. Son olarak Avrupa Birliği üyesi ülkelerin bir kısmı, Gazprom’un tekelciliğini önlemek ve Gazprom’a rakip olabilmek amacıyla yeni gaz altyapı tesisleri kurmaya yöneliyor. İşte bu şartlar altında Rusya, Avrupa Birliği üyesi devletlere uyguladığı ayrımcalıkçı davranışlarına bir son vermese bile geri adım atıyor. Fakat elinde hiçbir kozu bulunmayan ve Avrupa Birliği’ni arkasına alamayan ülkemiz, Rusya’nın belirlediği fiyat ve yetkilere boyun eğiyor. Avrupa Birliği’nin sadece kendi bünyesindeki devletleri koruması, tarafımca, savundukları adalet, özgürlük ve güvenlik ilkeleriyle ters düşmektedir. Hali hazırda Türkiye’nin mülteciler konusunda Avrupa Birliği’ne yapmış olduğu yardımlar göz önünde bulundurularak Türkiye’ye de üye devletlere yapıldığı gibi yardım eli uzatılmalıdır. Zira üç milyondan fazla mülteciyi sınırları içerisinde bulunduran Türkiye’nin yaptığını başka hiçbir üye devlet yapmamaktadır.
Rusya’nın bahse konu davranışlarının, başta Dünya Ticaret Örgütü’nün anlaşmaları olmak üzere, serbest piyasa ekonomisini destekleyen liberal nitelikli uluslararası anlaşmalarla derin bir çelişki içinde olduğu kuşkusuz olmakla birlikte uluslararası hukukun egemen devletlere hizmet eden yapısı, elimizi kolumuzu bağlamaktan başka bir işe yaramıyor. Rusya ile kıyaslanamayacak durumdaki ekonomik ve siyasi gücümüzün de bu konuda bize hiçbir yardımı dokunmuyor. Bizim yapmamız gereken ise eğitimden ekonomiye her alanda yapılacak reformlarla ülkenin gelişimine ve ilerlemesine katkıda bulunmaktır. Fakat içerisinde bulunduğumuz ekonomik kriz ortamında bunun gerçekleşmesinin pek mümkün olmadığını da söylemek gerek.