İSLAM DEVRİMİ ÖNCESİ İRAN: 1953’ten Bugüne

13 Eylül günü İran’ın Tahran şehrinde “İslami giyinme kurallarına” uygun olmadığı sebebiyle 22 yaşındaki Mahsa Amini ülkedeki ahlak polislerince gözaltına alınmasının ardından işkence edilerek öldürüldü. Amini’nin ölümü, ülkede uzun zamandır baskılanan kadın hakları ve temel özgürlüklerin bir kadın hareketine dönüşmesine, neticede halkın sokaklara dökülüp ülke çapında protestolar gerçekleştirmesine neden oldu. Bu protestoların altında yatan asıl sebep de İran devletinin oldukça katı olan uygulamaları.

İran, yönetim biçimiyle dünyada örneği tek olan bir ülke. Şii yoruma dayalı İslam ve Cumhuriyetçi rejimle yönetiliyor. Halkın tarafından seçilen cumhurbaşkanına (Hasan Ruhani) ve devrim rehberi (Hamaney) olarak nitelendirilen bir lidere sahip. Devrim rehberi askeri, siyasi birçok gücü elinde bulunduran en üst makam. Anayasa Koruyucuları denilen grubu seçiyor, hukuki ayağı da bizzat kontrolünde tutuyor devrim rehberi. Dolayısıyla ülkede halk oylamasıyla seçilen cumhurbaşkanının üzerinde bir güç mevcut. 

Toplum üzerinde son yıllarda artan baskılar da devletin yönetim biçiminin doğası kaynaklı İslami hükümlere dayandırılmış durumda. Kadınların giyinme kuralları bunun en basit güncel toplumsal örneklerinden biri. Ahlak polisleri denilen grup halkın yoğun bulunduğu alışveriş merkezleri, şehrin işlek caddeleri gibi birçok noktada kadınların “hicap kurallarına” uygun giyip giymediğini kontrol ediyor; uygunsuz giyinen bir kadını gördükleri takdirde onları ikaz etmek adına gözaltına alıp karakol veya ıslah evlerine götürüyorlar. 

Bu uygulama 2005’ten beri süregeliyor. Bunun yanı sıra sosyal medya kullanımında kısıtlamalar, televizyon/habercilikte özellikle Batı medyasına yer verilmemesi gibi tedbirlerle birlikte İran izole bir ülke olarak işleyişini sürdürüyor.

Ancak İran’da işler hep böyle değildi.

1979’da gerçekleşen İslam Devrimi ile İran İslam Cumhuriyetinin devri başlıyor. 53’ten 79’a kadar ise bu devrimin altyapısını hazırlayan bir süreç var. 

Birleşik Krallık’ın İran’ın stratejik öneminin ve doğal kaynaklarının farkına vardığı 19. yüzyılda İran Kaçarlar hanedanı tarafından yönetiliyor. Çeşitli imtiyazlarla petrol arama monopolisini elinde bulunduran Birleşik Krallık, 1908’de Mescidi Süleyman şehrinde petrol bulunmasıyla beraber Anglo-Persian Oil Company (APOC) adı altında bölgeyi büyük bir gelir kaynağı haline getiriyor.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından bölgedeki gücünü koruma çabaları İran siyasilerince engellenen Birleşik Krallık, Kaçarlar’a karşı Pehlevileri destekleyerek 1921’de İran tarihinin ilk darbesine sebep oluyor.

Winston Churchill ve Şah Muhammed Rıza Pehlevi&Eşi Prenses Süreyya

O dönem İran’da sovyet sempatizanlarının bulunması Pehlevi Hanedanının Şahı Rıza Şah’ın otoritesini sarstığından ülkede sıkıyönetim uygulanıyor. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise Rıza Şah, Hitler Almanya’sıyla yakın ilişkiler kurunca İngiliz ve Sovyetler İran topraklarını işgal etmiş, bunun sonucunda Rıza Şah tahttan indirilerek yerine oğlu Muhammed Rıza geçmiştir.

Muhammed Rıza da babasının yaklaşımıyla Batı ile yakın ilişkiler kurmuş, İran’ı modernleşme çağına önayak olmaya çalışırken karşısında muhalefet olarak dönemin başbakanı Muhammed Musaddık’ı bulmuştur. Musaddık, İngiliz kapitalizmine topyekun savaş açmış ve İran’ın doğal kaynaklarını millileştirme adımları atmıştır. Bu sırada dünyanın farklı kıtalarından da Avrupalı sömürgeci güçlere karşı bağımsızlık ilanları Birleşik Krallık’ın gücünü kırar; bunlara bir de İran eklenince buradaki çıkarlarını tehdit eden Musaddık hükümetini 1953’te ABD’nin de desteği ile devirir. Bu darbe, İran tarihindeki ikinci darbe olarak kayda geçer.

Şah Muhammed Rıza gücünü tazeleyince ABD’ye olan bağlılığı artar. Bu yakın ilişkiler yeni bir politik süreçle beraberinde gelir ve “1963 Modernleşme Reformları” başlar. Şah lüks ve şatafatlı partileriyle Batılı bir görünümde reformlara önayak olurken yeni dönem kadınlara oy kullanma hakkı, yoksullara gıda yardımı, çağdaş eğitim ve zenginden toprak alıp yoksul köylüye toprak verme gibi birçok yeniliklerle beraberinde gelir; İran’ın refah seviyesi beyaz devrim ile yükselir.

Tahran’da bir üniversitenin öğrencileri

Tüm bu reformlar İran’daki din gruplarını rahatsız eder.

Ayetullah Humeyni’nin adının anılmaya başlandığı dönem tam da bu Beyaz Devrimin gerçekleştiği dönemdir. Humeyni, reformların İslami çerçevede olmadığı düşüncesiyle birçok protesto gerçekleştirmiştir ve kitleleri de bu fikre çekmiştir. Şah rejimi, saltanatı boyunca yaptığı gibi muhalif olan bu görüşü de hemen elimine ederek Humeyni’yi Irak’a sürgün etmiştir. 

Bu sıralarda kritik bir hata ile petrole yapılan zam Batı ile ilişkileri bozar; ardından refah seviyesi tekrardan düşüşe geçer.

1975 yılında tek partili döneme geçilmiştir, “daimi ve tek adam” dönemi başlamıştır ancak bu sefer de eskiden sertçe kestirip attığı din adamlarını ilişkilerini tazeleyerek onları komünistlere karşı kışkırtmak için finanse etmiştir. 77 yılında dış ticari açıkla ekonomi çöker, halk gitgide yoksullaşır ve Humeyni’nin etrafında toplanmaya başlamışlardır.

Humeyni artık Yeni İslam Cumhuriyeti fikriyle öne çıkan alternatif bir devlet lideridir.

Şah, durumu lehine çevirmek için bir şeyler yapmak zorundadır, Humeyni’nin bir İngiliz ajanı olduğunu iddia ettiği makalesini yayımlar. Bu makale Şah’ın istediği etkiyi yaratmaz, hatta eylemleri daha da alevler. 1978’de büyük bir sinema yangını gerçekleşir, 470 kişi yaşamını kaybeder ve olaylar artık kontrol edilemez bir noktaya varınca Şah sıkıyönetim ilan eder. Protestocular askerlerle çatışır ve sinema yangını bir devlet-halk savaşına döner; kara cuma olarak tarihe geçen bu günde binlerce gösterici ölür.

Kara Cuma, 2500 yıllık İran monarşisinin ve yarım asırlık Pehlevi Hanedanının sonunu getirmiştir. Ordu yönetimi ele alır, Şah İran’dan kaçar.

1 Şubat 1979 günü Humeyni sürgünde olduğu Paris’ten anavatanına döndüğünde sevinçle karşılanır.

Ayetullah Humeyninin sürgünden dönüşü (Şubat 1979)

 İran Devrimi resmen başlamıştır. İslam mahkemeleri kurulur, devrim düşmanları yargılanır, idam edilir.

Kadınlara kapanma zorunluluğu gelir, üniversiteler “İslami” uygunluğa göre düzenlenmek üzere iki yıl kapatılır. Batı vizyonunu yansıtan tüm kurum kuruluşlar Humeyni yandaşlarının eline geçer, İran karanlıkların içine gömülür. 

Başlattığı devrim ve dünyada eşi benzeri olmayan bir sisteme öncülük eden Humeyni 1989’da öldü, ancak 2022’nin İran’ı onun bıraktığı halinden çok da farklı değil.

Bugün, Amini cinayetiyle halk tekrardan protesto gücünü kendinde buldu.

İran İnsan Hakları Aktivistleri Ajansı’nın (HRANA) yayınladığı raporda 241 kişinin öldüğü protestolar, ülkede uzun yıllardır süregelen baskıların ilk kez bir kadın hareketine dönüşmesi açısından önem taşıyor ve 79’dan beri süregelen dayatma ve baskılara bir tepki olarak sokaklarda yankı bulmaya bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.

Leave a Reply