“Jet Rejisör” Çetin İnanç’la Yeşilçam’da Filmcilik Üzerine – 2

Çetin İnanç’la gerçekleştirdiğimiz sohbetin ikinci kısmı. Birinci kısmına buradan ulaşabilirsiniz.


“Ağabey, dedim, ben filmci olacağım.”

Ben: Şunu da merak ediyorum aslında, lakabınız Jet Rejisör. Hep hızlı mı film çekerdiniz yoksa alıştıktan sonra mı başladı bu?

Çetin İnanç: Ben hep öyleydim. Ben asistanken yönetmen 5 lira alırdı. Ben asistanım, ben 7 lira alırdım. Bu mesleğe kafayı koyduktan sonra hep hızlıydım. Nasıl kafayı koyduğumu da anlatayım. Atıf Yılmaz bir film çekiyor, Battı Balık diye. Filiz Akın’ın ya birinci ya ikinci filmi. Orhan Günşıray vardı bir de. Onların bir film şirketi vardı. Atıf Ağabey’in asistanıyım ben de. Gittik Edremit’te bir otele. Fikret Hakan oynuyor, Filiz Akın oynuyor, Turgut Boralı, Erol Keskin, Ayfer Feray… Böyle bir ekibiz. Atilla Tokatlı asistan, ben ikinci asistanım. Çetin Gürtop kameraman. Ben de, mesleğe girmişim, Atıf Yılmaz’ın yanına asistan olmuşum. Başka bir iş yapmadım, üçüncü filmim. Filmi çekiyoruz gece. Fikret Hakan alkollü işte. Motelde kalıyoruz. Kızlar mızlar var. Öyle bir santimantal komedi. Kıza aşık. O odalara dalacak, asıl karakteri arayacak. Atıf Ağabey planladı işte her şeyi. O zaman Devlet Tiyatroları’ndan bir ekip gelmiş motele de. Oyuna gelmişler. Ayten Gökçer var. Eşi var, neydi adı? Cüneyt Gökçer. O var. Yemek falan yeniyor. Karşıda da odalar var kalınacak.

Odalara doğru bakıyoruz. Çetin Gürtop dedi ki, “50 plan var, sabaha kadar çekeceğiz kesin, bittik.” Odaya girecek kızı arayacak, bakışacak. Çıkacak diğer odaya gidecek falan. Çetin’e dedim ki, “Ne mızmızlanıyorsun?”; Atilla Ağabey’e döndüm dedim ki, “Bir planda çekeriz.” Şaşırdı, “Olur mu öyle şey.” falan diye bir. “Nasıl?” dedi. “Ağabey,” dedim, “Şimdi koridordan giriyoruz, odaların yanlışlığını anlatıyoruz. Bahçeden bak, otelin bütün odaları yan yana. Şarlo koyalım buraya bir tane. Girsin odaya, biz dışarıdan çekelim, diğer odaya geçsin, biz kayalım orayı çekelim. Girsin çıksın, dışarıdan takip edelim, sekiz odayı böyle tarayalım.” dedim. “Dur,” dedi, “Fikret’le konuşalım.” Konuştuk, “Tamam oynarım.” dedi. Önden Çetin gitti anlattı. Atıf Ağabey bana sordu tekrar, “Çetin ne diyorsun?” dedi. “Ağabey,” dedim, “Komedi filmi yapıyoruz. Böyle yapalım.” falan. Atıf Ağabey de bu işin piri. “İyi düşündün.” dedi. “Yaptır provaları.” dedi. O camdan izliyor, biz prova alıyoruz işte. Neyse yaptık provayı. Geldim, “Hazırız hocam.” dedim. Durdu, “Bu sahnenin yönetmeni sensin.” dedi. Düşünebiliyor musun? O ana kadar bana bakan yok. O lafı söyleyince adam, herkes bana baktı. Neyse gittik, çekiyoruz. Yedi kere mi ne çektik. Olmadı bir daha, olmadı bir daha. 19 yaşındayım daha. Bitirdik. Neyse gittik kafayı çektik ağabey, ben uçuyorum havalara. Ertesi gün uyandık, Atıf Ağabey dedi ki, “Çok güzel resim çektin.”

Aradan geçti iki ay. Rahmetli Memduh Ün falan geldi. Atıf Yılmaz falan bunlardan biri bir film yaptı mı hepsi birleşirler. Bazı senaryoları birlikte yazarlar hatta. Neyse film gösterildi, bitti. Atıf Ağabey dedi ki Memduh Ağabey’e, “Nasıl buldun?” Memduh Ağabey, “Hadi lan oradan.” dedi. “Böyle film mi olur?” dedi. Fikret’e döndü, “Sen ne oynuyorsun böyle filmde?” diye ona da kızdı. Onlar öyle işler yapmamışlar. Ağdalı film istiyor onlar. Neyse işte, “Yalnız,” dedi, “Bir plan vardı odalara giriyordu çıkıyordu, şarloyu koymuşsun, Atıf Yılmaz’lığını göstermişsin.” dedi. Atıf Ağabey “Yok be onu Çetin çekti” dedi. O gün Memduh Ağabey, “Hiç uğramıyorsun da, biliyorum ben. Yalnız bırakıyorsunuz bizi.” falan diye bir haşladı beni. Çetin Gürtop’a döndüm. “Ağabey,” dedim, “Ben filmci olacağım.” Budur yani.

Utku Uluer: Bunun adı usta-çırak ilişkisi işte bir ad koyacaksak. Yok ama şimdi.

Çetin İnanç: Adamın büyüklüğüne bakar mısın? Adam “Bir sahne var orası güzel çekim olmuş.” diyor. “Orayı ben değil Çetin çekti.” diyor Atıf Ağabey de. Kimse der mi yahu? Bir de işten kovar seni.

Ondan sonra birkaç zaman geçti aradan. Yönetmen oldum ben. Gittim Memduh Ün’ün yazıhanesine. O böyle ayaklarını masanın üstüne kaldırmış falan. Ezecek tabii biraz seni. “Elinde ne var?” dedi. Dedim, “Viski şişesi.” Başladı, “Benim odamda içilmez.” diye. Dedim, “Ben içerim.” “Sen ne biçim adamsın?” dedi, kızdı. Dedim “Sen ayaklarını koyuyorsun, biz yapınca kızıyorsun.” Ama bir samimiyet, sempatiklik içerisinde, hakaret falan yok. “Sen,” dedi, “Bir film var onu çekeceksin. Ben de senaryoda yardım edeceğim.” dedi. “Kadri’yle konuşun pazarlık yapın.” dedi. “Olmaz,” dedim, “Ben seninle yapacağım.” “Olur mu öyle şey?” dedi, kızdı. “Gidiyorum ben o zaman.” dedim. Daha da kızdı, oturttu beni geri. Kadri’ye de “Ben onu kazıklarım.” demiş benim için. “Ağabey, sen çeksen bu filmi ne kadara çekersin?” dedim. “Benim fiyatım 20.000 lira.” dedi. “O zaman,” dedim, “Ben 21.000 lira istiyorum.” Olurdu, olmazdı. Ben kalktım gidiyorum. Arkamdan “Kadri!” diye bağırdı. Kadri oradan kalktı geldi, “Ne oldu?” dedi. “21.000 veriyoruz Çetin’e.” dedi. Güldüm, “Hadi eyvallah!” dedim. Bunlar mesleğin en güzel tarafları. Film bitince, “Çetin hakikaten güzel olmuş, hak etmişsin.” dedi. Biz bunları da yaşadık. Severlerdi bizi. Kötü insan değildik.

Böyle bir hayat geldi geçti işte. Şimdi o Dünyayı Kurtaran Adam için kötü film deniyor, tamam. Geçenlerde, Teksas’ta bir festivalde gösterildi. Ben o zaman Amerika’daydım. Cem Kaya diye bir kardeşimiz var o aradı, “New York’ta böyle bir şey var gelir misin?” dedi. “Olur.” falan dedim, Teksas’a taşınmış sonra o iş. Ben dönmüştüm Türkiye’ye o zaman da, gidemedik. Ama işte bakar mısın? Nerelerden nereye? Teksas diyorum yahu. Kötü ya da iyi. Kaç film gidiyor oralara sanki?

http://sinematikyesilcam.com/wp-content/uploads/2014/05/afis_03.jpg

http://sinematikyesilcam.com/wp-content/uploads/2014/05/afis_03.jpg

(…)

Ben, yedi sene önce mi ne, Miami’de, Florida’da Universal’ın stüdyoları var. Oraya gittik. Çocuklarım beni götürdü. Bütün o film çekim showroomlarını gezdim. Çıktım kapının önüne. “Senin gibi filmcinin… Senin ananı, avradını, kitabını…” Kendime bağırıyorum. Küfür ediyorum kendime. “Sen tam bir (küfür).” Murat geldi, “Baba ne yapıyorsun?” diye tuttu beni. Ben devam ediyorum, “Senin gibi filmcinin ben (sinkaflı küfür).” Herifler showroomda Jaws yapmışlar. İçinden Jaws’ın maketi çıkıyor. Orada vuruşuyorlar bilmem neler. Ben filmde yapamıyorum, adamlar showroomda yapmış. Cüneyt Arkın’la biz film yaptık Çöl diye, köpek balığı ısırıyor falan. Balık maketini hareket ettiremedik, en son ben girdim içine. Filmdeki balığın içinde ben varım. Şimdi ben gidip oraları gezdikten sonra nasıl çekim yapayım bir daha. İşte beni zorla Karaoğlan’a aldılar. “Çetin Ağabey,” işte “Çekim yürümüyor, sen yaparsın.” falan diye. E ben ne yapayım? Ahmet uyanamadı, Mehmet ata binemedi. Dedim, ben böyle dizinin… Bıraktım öyle kaldı. Filmciliği de bıraktım.

Utku Uluer: O Çöl, fantastik sinema kitaplarına girmiştir. Ama fantastik değil. İsmi Fantastik. Film de yabancı literatüre “Turkish Jaws” (Türk işi Jaws) diye girmiş. Halbuki hiç alakası yok. Filmi hiç izlememişler. Afişine bakıp, Jaws diyorlar. Dünyayı Kurtaran Adam da Türk işi Star Wars olarak geçiyor. Onun da alakası yok. Flash Gordon, Galactica karışımı hikaye. Ama filmden bölümler aldığınız için Star Wars demişler.

Çetin İnanç: Filmin adı Çöl. Afişlerde deniz var. Sonra diyorlar ki “Bu filmin adı nasıl Çöl?” Aslında Mavi Çöl. Afişçiler bakıyorlar. “Mavi, ulan mavi çöl olur mu?” diyor, maviyi siliyor. Çöl’ü basıyor. Gittim, kızdım. “Ulan manyak mısın sen? Sorsana bir kere.” dedim. “Nasıl sorayım ağabey?” diyor. O zaman da öyle cep telefonu falan yok ki. Gelecek Yeşilçam’a, arayacak da bulacak. Çöl oldu adı işte.

“Ne çekeyim ulan? Gücüm yoktu, sansür vardı.”

Ben: Böyle bir favori işiniz var mı peki? En sevdiğiniz filminiz belki?

Çetin İnanç: Benim en sevdiğim filmim falan yok kardeşim. “Hangi filmi en çok seviyorsun?” dersen, yok öyle bir film. Zaten yaptırmadılar. Şimdi benim sinemaya başladığım o filmle bir hevesim vardı, olmadı. O sırada Yılmaz Güney Umut’u yaptı. Ama tabii ondaki imkanlar bende yoktu. O çekeceğim filmin hikayesi de şuydu: Hal vardır Eminönü’nde. Orada 60 yaşında Hıdır Emmi diye bir hamal var. Hıdır Emmi’nin bir oğlu var. Bütün hayali üniversite okuyan oğlunun iyi bir yere gelmesi. Doktor falan olması yani. Bu filmde Turan Emeksiz, o Hıdır Emmi’nin oğlu. Filmin sonunda Hıdır Emmi açıyor ellerini oğlunun haberini alınca öğrencilerden, Mercedes’le bir komprador geliyor. “O ölen senin oğlun muydu?” diyor. Hıdır Emmi baltayı alıyor Mercedes’e bir koyuyor. Bir şarkı başlıyor, “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?” diye. Talebeler ayağa kalkıyor, meydanı gösteriyor, vurulanlar bilmem neler.

Demoyu izleyen polisler tabii “Bu vatan haini bunu yakalayın.” falan diye aldılar beni. Hayatımı değiştiren tek olaydır. Sonra “Çetin onu çekti, bunu çekti.” Ne çekeyim ulan? Gücüm yoktu, sansür vardı.

(…)

O “Jet Rejisör” lakabı da hep Agah’ın (Özgüç) şeyleri. Ben bir sürü, “Yılın En Çok Film Çeken Yönetmeni” ödülü falan aldım. O zamanlar Agah yazıyor ilk kez gazetelerde. Pınar (Öğünç) sonra o kupürleri buluyor, kitaba o adı veriyor. Neyse, toparlayayım. Gelip bana sorsalar, “Dünyaya bir daha gelsen filmci olur musun?” diye, ben olmam kardeşim. Ha bak, Amerika’da olurum.

E tabii, tüfek çıktı, mertlik bozuldu. Televizyon geldi. Bu sefer herkes televizyona yönelmeye başladı. Ondan sonra televizyoncular da dizi yaptıracaklar ama adam yok. Dediler, “Yeşilçam’ın eski yönetmenlerini biz kapalım.” Mesela Atadeniz Polis’i çekti. Üç-dört bölüm sonra sıkıştı. Ben tabii param bitmiş, her şeyim bitmiş, Foça’da yatıyorum. Cüneyt Ağabey’den bir telefon, “Geleceksin İstanbul’a.” diye. “Ne yapacağım?” dedim. Anlattı işte televizyon, Star, dizi bilmem ne diye. Dedim, “Benim dünyadan haberim yok. Gazete bile okumuyorum.” Kahretmişim orada. Oğlumun biri Amerika’ya gitmiş, diğeri asker Malatya’da. Neyse geldik. İşte Atadeniz montajda, ama yetişmiyor. Adamlar haftaya bir bölüm istiyor. Dedim, “Atadeniz ne diyorsun?” Dedi, “Aman beni kurtar.” Başladım dizi çekmeye. Hiç çekmediysem yine 130-140 bölüm dizi çekmişimdir. Ama zevkli değil kardeşim. Her hafta aynı adam çıkıyor. Aynı yemek, aynı karı, aynı çocuk… Bana böyle hafakanlar geliyor. Her hafta, her bölüm aynı adam, aynı kapı, aynı araba. Ama film çekince yeni bir dünya başlıyor her filmde. Oyuncu değişiyor, mekan değişiyor, şekil değişiyor.

(…)

Bir de insanlar çok değişik. Öğlen geliyorlar zaten, ama adamlar yorulmuş. Yahu biz sabah altıda giderdik yazıhaneye. Yedide motor dönerdi. Ben mesela, akşam yediden sekizden sonra, gece çekimi yoksa çalışmam. Kimse çalıştıramaz. Sabah erken gel, erken git. Şimdikiler öğlen toplanıyorlar, çok yoruluyorlar. Ne yoruldun yahu, odanın içindeydin. Ata mı biniyorsun? Film çekiyoruz, “Ata bin.” diyorum, “Abi ben bilmiyorum ata binmesini.” diyor. Nasıl bilmiyorsun be? Bu adamı alıp da bir ay çalıştırmadınız mı yahu? Cüneyt Arkın deyip geçme, adama bak her tarafı ameliyatlı, yürüyemiyor adam. Niye? Yılmaz Güney’e diyorsun, “Yılmaz gel, burada silah var bilmem ne var.” Silahın kitabını yazmış adam. Oyuncular da kendini eğitecek.

(…)

Beni sizin gibi gençler arıyor. Beni en mutlu eden şey o. Ben ötekiler gibi kanal manal gezmem kardeşim. Arıyorlar işte, röportaj falan. Yok ağabey. İşte bir Pınar’la birtakım şeyler yaptık. Eh, bir Utku kardeşim. Bir de o Ankara’daki Kerem (Akkoyunlu) var, pırıl pırıl bir çocuktur. Onlara işte sadece.

“Çekime malzeme getiren adam altı ay hapis yattı, düşünebiliyor musun?”

Utku Uluer: Bir de ben şeye karşıyım, hani seks furyası denen dönem olarak kurulmuş, ve Türk sinemasını bitirdiği söylenmiş özellikle 90’larda. Biz ona karşıyız bir de. Yani seks furyası denen şey, sinemayı bitirmedi. Televizyon bitirdi, ithaller bitirdi.

Çetin İnanç: Bu seks furyası denen şey hep yanlış anlatıldı. Niye seks furyası? Onu anlatan yok. Türk filmciliği hep örnek aldığı işi yapmış. Amerika ne yapmışsa biz de onu yaptık. O dönemde sinema durmuş vaziyette. Sansür büyük bir canavar. 70 darbesi olmuş. İş yok, güç yok. Bizim mihenk taşımız Beyoğlu. Beyoğlu’nda bir film oynuyor, Emmanuelle diye bir film. Kuyruk var önünde. Nasıl biliyor musun? Bir hafta bilet almanın imkanı yok. “Ne filmi ağabey?” “Uçakta kadınla sevişti.” Biz, 40 kişi 50 kişi ekip oturuyoruz. Herkes oturuyor. Bir türkücü filmleri yapılıyor, başka film yapılmıyor. Orada da o film oynuyor. Niye öyle bir film yapmayayım. Furya öyle başladı yahu. Sırf sinemaya iş yapan filmlerin önü açılsın diye. O filmlerden de kazanılan parayla türkücü filmleri tabii daha çok şey yaptı. Siz tabii şey yapıyorsunuz, B tipi filmler değil mi? Nedir bu B grubu filmler? O filmler yapılmasa A grubu filmler yapılmaz. Şimdi bizde, büyük bir oyuncuya 50 lira vereceğime ben 10 liraya oyuncumu aldım. Bir tane büyük film yapacağıma, iki tane küçük film yaptım. Ondan çok para kazandım. Riski az oldu. Bu hesabı kimse bilmez yahut söylemezler. E bir de ekip var, herkes işsiz. Film çekilecek ki para kazanacak insanlar. (…) Bizde o filmler furyalar falan hep bu yüzden. Ekmek yemek için kardeşim. Yoksa ne yiyeceğim ben. Ben zaten hayatımda hiç istediğim filmi çekemedim. Yapımcı bana “Çetin, western filmi çekeceksin.” derse onu çekerdim, yok süper kahraman filmi isterse onu çekerdim. Seks filmi isterse onu çekerdim. Zaten başkasını çeksek seyirci izlemezdi, para kazanamazdık.

(…)

Utku Uluer: Bak Erdem, ben sana bir şey söyleyeyim şimdi. Bu 70’ler sonrasının en çok izlenen filmi hangisidir? Hâlâ oynar televizyonlarda. Hayır, Kemal Sunal filmleri değil ama Kemal Sunal da oynuyor bu filmde. Hababam Sınıfı. Hababam Sınıfı ne zaman çekildi? 76-77-78. Şimdi o seks furyası Yeşilçam’ı bitirdi denilen dönem. 75-80 arası Türk sineması bittiyse, Hababam Sınıfı, Selvi Boylum Al Yazmalım, bütün Arzu Film filmleri o zaman çekildi. Peki nasıl bunlar çekildi? Yani algı yanılması var orada. O da bunu besledi tabii. Seks furyasından para kazanılmasa nasıl çekilecek bu filmler?

Çetin İnanç: Bu filmler, Kemal Sunal filmleri, nasıl bugüne kadar geldi? Çünkü suya sabuna dokunmayan filmler. İnsanlara kafasını kaşıtacak bir şey yok işte mahallenin kabadayısı. E niye Yılmaz Güney’in filmleri oynamıyor? Yol, Su, bilmem ne, şu, bu… Mesela ben Su diye bir film yaptım. Beni üç kere Ankara’ya çağırmışlardı. Niye? “Keban Barajı’nı sen nasıl yıkarsın?” diye. Anlatabiliyor muyum? Şunu demek istiyorum: Sinemayı, zamanına göre değerlendirmek gerekiyor. Siyaseti de öyle. Şimdi bugünkü siyasi ortamla, kırk sene önceki bir mi? Bugünkü liderlerle, o günküler bir mi? İmkanlar bir mi, teknolojik imkanlar?

O zamanda bir tane telefon yok yahu. Bak ben sana ne anlatayım kardeşim. Bir kere bir adamın bozuk para şeklinde dolar ve kaçak sigarayla dolaşması gerekiyor. Yazıhaneden vermişler ama o zaman herkeste araba yok tabii. Çocuk atıyor çantaya. Yolda çekim alanına gelirken polis çeviriyor bunu. Altı ay hapis yattı herif. Düşünebiliyor musun? O günlerde bu işler yapıldı güzelim.

Bir de kolaycılık vardı o dönemde. Şimdi Ertem Eğilmez’in filmleri. Bizim kullandığımız anlamda emek mi vardı o filmlerde? Cüneyt Ağabey gibi 7 metreden ata mı atlıyorlardı? Hayır, şimdi özür dilerim, onlara da saygım var fakat, basit komedi onlar. Bizim o aptal filmlerin hepsinde bir emek vardır yahu. Adama diyorum işte “Üç metrelik duvar.” Sanki kapıdan çıkacaksın diyorum. “Çık oraya.” diyorum, “Yılmaz vuracak, atla oradan.” “Tamam ağabey.” diyor, yere atlıyor.

WP_20151130_14_53_03_Pro (2)

Kalkıp giderken bile hâlâ tüm koyuluğuyla devam edilen, sonu da pek gelecek gibi durmayan, ki gelmemesini de dilediğim, bu görüşme için Çetin İnanç’a da Utku Uluer’e de teşekkür ederim.


Kapak Fotoğrafı: http://media-cdn.t24.com.tr/media/stories/2014/12/page_jet-rejisor-cetin-inanc-yonettigi-filmi-31-yil-sonra-ilk-kez-izledi_994139350.jpg

Leave a Reply