Ailton Krenak’ın Yazdığı “Dünyanın Sonunu Erteleme Fikirleri”

Çevrecilik tartışmaları arasında Ailton Krenak’ın bu kitabının farklı özellikleri olduğunu düşünüyorum. Yazar kitabında yerli gruplar, insanın insanla ilişkisi, doğal varlıkların kişiselliği gibi kavramlar ile sürdürülebilirlik arasında bağ kuruyor ve geri dönüşüm imkanlarını araştırma, az tüketme, ağaç ekme gibi pratik çözümler üretmeyi okura bırakıyor. Bunun yerine yazar karamsarlıkla bahsettiği günümüz dünyasının hangi yaklaşımın ürünü olduğunu söyleyip bu yaklaşımın alternatifleri üzerine tartışıyor. Burada ekolojinin geleceği hakkındaki kaygılarını yerli gruplar arasındaki dayanışmadan ayrı tutmuyor. Kitaptaki çevrecilik üzerine örneklerin pek çoğu da yazarın da içinde bulunduğu, yaklaşık 130 kişilik Krenak topluluğunun ve benzer grupların yaşantıları üzerine.

Giriş: “Yarın Satılık Değildir”

Yazar bu bölümde ilk olarak Doce Nehri’nden söz ediyor. 2015’te nehirden maden atıklarını ayıran barajda meydana gelen patlama sonucu ekosistem çok büyük zarar görmüştü. Bugün bu olay “Brezilya tarihinin en büyük çevre felaketi” olarak geçiyor. Yazar bu olayı önceleyen on yıllar boyunca da hidroelektrik santrallerin, endüstriyel ve tarımsal atıkların da nehrin doğasına aykırı olduğundan bahsediyor. Yazar bu nehrin Krenak köyü yerlileri için yaşamsal öneme sahip olduğunu da belirtiyor.

Ölüm oranının ve nedeninin yaşanan sistem tarafından belirlendiği “nekropolitika” kavramını korona virüsün “insanların kullanılıp atıldığı” ekonomik sistemlerde nasıl farklı bir yüze büründüğünden de bahsediyor bölümde. Bütün bunların insanın kendini yazarın “büyük organizma” dediği ekosistemden farklı görmesinin bir sonucu olduğuna değiniyor. Şehir yaşantısının insanın doğaya bakışını bozduğunu, bu bozuk bakışın aksine insanın kendi için bildiğimiz doğadan ayrı yer düşünemeyeceğinden bahsediyor.

Dünyanın Sonunun Erteleme Fikirleri

Bu bölümde Krenak, Avrupalıların çevre sorunu yaratan bakış açısını kolonileşmenin de temeli olduğundan bahsediyor. Öyle ki, sanki insanlık olarak hedeflenen mutlak bir doğru var ve bu mutlak doğru herkese ulaştırılmalı. Bu bakış açısından “yabancılaşma” diye bahsediyor yazar. Bu mantık güdülerek oluşturduğumuz topluluğun “insanlık” kavramından uzak olduğunu çünkü insanın bu yaşantıda kendi varlığına ters olduğuna değiniyor. Toplumlardaki küçük bir grupların geri kalanın hayallerini ve gerçeklerini belirlediği, her şeyin yapay bir kesinlikte olduğu ekonomik düzenin insana asıl önceliğini unutturduğunu söylüyor. Bir karşılaşmayla durumu özetliyor: merkezi kuruluşlar doğrudan mutlak doğrunun sembolleri haline gelirken çevreci önceliklerle yapılan eylemler kendi amaçlarını daha fazla açıklama mecburiyetinde. Oysa yazar, soyumuzun devam ettiği bir dünyanın büyük bir değişim yaratırsak hayal edilebileceğini belirtiyor. Günümüz yerleşimlerinin ve kurumlarının ancak “dünyanın çok eskiden nasıl göründüğü” üzerine anıtlar haline geldiği bir gelecek çiziyor yazar. Şimdiyse yalnızca birkaç şirketin -gerçekte olmasa da- fikirde çevrecilik tanımına uyduğunu söylüyor. Pratikte yalnızca büyük kuruluşların değil, kendisinin de içinden geldiği küçük etnik grupların da sürdürülebilirliğe tam uymadığından bahsediyor, bunun için insanlığın tükettikten fazlasını üretmesinin gerekliliğini vurguluyor.

Çevre ve yeşil alan kavramının “gezilecek yer” olma fikrine “gezilecek park alanına dönüştürülen yerler zamanla arabaların park alanına dönüşüyor” cümlesiyle karşı çıkıyor. Ona göre bu alanların dağ olarak, taş olarak, nehir olarak kalması daha gerçekçi bir yaklaşım. Yapay olan, nehirler ve dağlar bizden farklılaşırken sosyal medya, video oyunları gibi kavramların insanın yeni gerçekliğine dönüşmesi. Yazar bu noktada insanın kendi doğasına uyumsuz olan bu ortamda rahatlığı bulamadığını, ruhsal ve fiziksel problemlere daha yatkın hale geldiğinden bahsediyor. Bu gerçekliğin de bazı dillerin yok oluşu, büyükşehirlerin tekdüzeliği, well-being (esenlik) kavramının ekonominin ayrılmaz bir parçası haline gelişi gibi pek çok konuda etkili olduğunu söylüyor. İnsanlığın topraktan, doğasından gitgide uzaklaştırıldığı gerçeğine karşı şimdiki “sürdürülebilirlik” tanımının radikal değişimler geçirmedikçe cılız kalacağından bahsediyor.

Hayaller ve Yeryüzü

Bu bölümde yazar Doce Nehri’ne tekrar değiniyor ve artık sadece önceden örneklediği küçük yerli grupların değil, istisnasız herkesin çevre sorunları karşısında savunmasız olduğundan bahsediyor. Tüketme odaklı olan günümüz toplum yapısında, insan yaşamının diğer tüm yaşam formlarına bir yük olduğunu söylüyor. Yazarın düşüncesine göre insan bu şekilde kendi türüne de başka türlü var olma imkanı bırakmıyor. Yazar bunun yerine doğadaki nesnelere bir çeşit kişilik atfetme fikrinden bahsediyor. Yazar bu noktada Doce Nehri problemi ile insanın ağır sağlık sorunları yaşaması arasında hem benzerlik hem de neden-sonuç ilişkisi kuruyor ve böylece insanın doğadan ayrı olamayacağını tekrardan vurguluyor. Aynı bakış açısını maden arama gibi faaliyetlere uyarlayarak toprağa yaklaşımımızın “kaynak” ve “mal” odaklı olmasının bize parlak bir gelecek tanımadığını tekrar vurguluyor. Oysa, diye ekliyor yazar, dağlara “kaynak” değil “dağ” olarak bakan alternatif yaklaşımlar insanın kendi türüyle ve yaşam anlamıyla ilişkisini geliştirme potansiyeline de sahip.

Olduğumuzu Zannettiğimiz İnsanlık

Bu bölümün başında Krenak insan ve doğanın ilişkisinin yeniden kurulmasının insanın geleceği adına ne kadar mümkün olduğunu surguluyor, yine de bu belirsizliğin içinde gelecek için çabalamanın öneminden bahsediyor. Zamanında dünyanın tek kıtadan oluşması ve “insan çağı”olarak geçen sanayi devrimi sonrasına kadar çevrenin pek çok değişimi bizsiz geçirdiğinden bahsediyor ve ekosistemdeki yerimizi bunu gözeterek yeniden düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Yazar bugün bize bırakılmış çevreden şikayet ederken kendi tutumumuzun sonuçlarını gözden kaçırdığımızı söylüyor. İnsanın etkinliklerinin hemen hepsinin, doğa üzerine kurduğunu zannettiği bu sözde hakimiyetin ürünü olduğundan bahsediyor. Yazar bizim bildiğimiz doğa algısının bir tür bilinçsizliğin ürünü olduğunu ve çevresel sömürüyü farklı, daha ılımlı bir kılığa soktuğunu söylüyor. Krenak burada Dünyanın sonunu yeniden tanımlıyor ve kaybetmeyi kaldıramayacağımız bu bağı kaybetmenin dünyanın sonu olarak görüldüğünü anlatıyor. Yazara göreyse bizim sonumuz doğayla ilişkimizin bozulmasından ibaret. Özetle, dünyanın sonunun inşa ettiğimiz bu gerçekliğin değil de altında veya dışında bıraktığımız doğayla bütünleşik gerçekliğin bitişi olduğunu söylüyor. Yazar önceki bölümlerde sözünü ettiği değişimin ne kadar gerekli olduğunu vurgulamak adına bu bölümü 16. yüzyılda Avrupa’da yaşanan kente göçüş ve sanayi devrimini takip edecek olayların bir yerde dünyanın sonunu getirdiğini söyleyerek bitiriyor.

Kaynakça

Krenak, A. (2020). Ideas to postpone the end of the world. House of Anansi Press.

Çapar, B. (2022, June 27). Bir Nehrin ölümü: Rio Doce. Nehirden Denize doğru… Retrieved January 22, 2023, from https://www.nehirdendenize.com/bir-nehrin-olumu-rio-doce/

Wikimedia Foundation. (2022, October 29). Ailton Krenak. Wikipedia. Retrieved January 22, 2023, from https://en.wikipedia.org/wiki/Ailton_Krenak

Leave a Reply