“Yalnızlık bir buzdağı gibidir.”
Yalnızken kendimize bir takım sorular sorma ihtiyacı duyarız. Bende bir sorun mu var? Neden istenmiyorum? Ben sevilmeyecek biri miyim? Neden diğer insanlar gibi olamıyorum? Normal insanlar gibi olmak neden bu kadar zor? Ben uyumsuz biri miyim? Bu liste daha uzar gider. Beynimiz bize oyunlar oynar, bizi sorduğu sorularla oradan oraya sürükler. Sonra bir bakmışız ki zihnimizin içine hapsolmuşuz. Aklımıza gelen en ufak düşünceye gereğinden fazla anlamlar yükleyip onu kendi gerçeğimiz haline getirmişiz. Bu sorulara verilen cevaplar bizi biz yapan şey haline gelmiş. Böyle hissettiniz mi hiç? Zihninizin size sorduğu sorularla kendi değerinizi ölçtünüz mü? Eğer böyle hissettiyseniz, korkmayın yalnız değilsiniz. Zihnimiz bize sorular sorar ve bu soruların cevaplarını alana kadar da durmaz. Peki bunu neden yapar? Çünkü bilinmeyeni tehdit olarak algılar. Bilinmezlik onun için korku kaynağıdır. Bu korkuyu gidermek için de çeşitli sorularla yanıt arar, netlik ister, tehlikenin geçtiğini, güvende olduğunu bilmek ister. İşte yalnız hissettiğimizde de, zihnimiz sosyal açıdan güvensiz hissettiği için birtakım sorularla gelir bize. Peki zihnimizin bu düşünce yapısı nereden geliyor? Neden zihnimiz bilinmezlikten hoşlanmıyor? Neden yalnızlık strese yol açıyor? Bütün bunların evrimsel olarak bir açıklaması var mı?
Dr. John Cacioppo yalnızlığı bir buzdağına benzetmiş. 2016’da Guardian‘a verdiği bir röportajda, “Yüzeyin farkındayızdır ama bunun altında evrimsel açıdan çok derinlerde olduğu için göremediğimiz, çok daha büyük bir parça vardır.“ diye belirtmiş.
Yalnızlığın Evrimsel Yanı
İnsanın hayatta kalıp türünü devam ettirebilmesine sadece fiziksel güç ve kuvveti mi neden oldu? Yani sadece hayvanı yakalayacak kadar hızlı koşabilmesi, onu avlayacak aletleri ustalıkla kullanabilmesi mi onu hayatta tuttu? Bu soruları şu örnekle ele alabiliriz. Çok eski zamanlarda yaşadığınızı düşünün. Bir yaprak hışırtısı duydunuz. Yoksa yakınınızda biri mi var? Bir hayvan da olabilir. Her ne ise sizin güvenliğinizi tehdit ediyor mu diye merak etmez miydiniz? Zihninize hemen şu soru düşüverirdi: Yaprağın arkasında ne var? Siz de bu soruya cevap bulmak ve tehdit unsurunu ortadan kaldırmak için yaprağın arkasına bakardınız. Şimdi de siz yaprağın arkasına bakana kadar vücudunuzda gelişen sürece bakalım. Bir ses duydunuz, irkildiniz, belki kalp atışlarınız hızlandı, elleriniz terledi. Uyarıldınız. Sonra da zihniniz size sorusunu yöneltti. Vücudumuzda bu aşamaya kadar gelişen her şey günümüzde de aynı şekilde yaşanıyor. Sınavdan önce uyuyamıyoruz belki. Kalbimiz hızla atıyor, uyarılmış oluyoruz. Zihnimizde sürekli aynı soru: Yarınki sınavım nasıl geçecek? Cevap veremiyoruz ona, yarın ne olacağının bilgisi bizde yok ki. Bir yaprak yok ki ortada şöyle kaldırıp bir rahatlayıverelim. Zihnimiz geçmişte nasıl bizi tehlikelerden korumak için sorular sorup vücudumuza bazı sinyaller gönderiyorsa şimdi de aynısını yapıyor. Geçmişte zihnimizin bu yapısı bizi hayatta tutarken şimdi ise anksiyete yaşamamıza yol açıyor. Yukarıdaki sorularımızın cevabına gelirsek, vücudumuzun gücünü kullanmasına zihnimiz sebep oluyor. O yaprağın arkasına bakmamıza, bir hayvandan kaçarken hızlanmamıza sebep olan zihnimiz.
Şimdi bir başka soruya geçelim. O yaprağın arkasında size saldırmaya hazır bir kaplan olsaydı onunla tek başınıza mücadele edebilir miydiniz? İşte tam burada yalnız olmamanız gerekirdi değil mi? Şöyle yaprağı kaldırmadan önce arkanızda sağlam bir kalabalık olsaydı hiç fena olmazdı. Bu örnekle asıl gücümüzün birlik olmak olduğunu keşfetmiş oluyoruz. Yalnızsan ölürsün ama birlik olursan hayatta kalırsın. Geçmişte deneyim ederek zihnimize yerleşen bu düşünce, günümüzde insan ilişkilerinin temelini oluşturuyor.
Cacioppo’ya göre “Sahip olduğumuz güç birbirimizle iletişim kurma ve birlikte çalışma becerimizdir.”
Tek başınalık hali bizi güvende hissettirmiyor. Sinir sistemimiz yalnızlıkla ilişkilendirdiğimiz anksiyeteyi üretmek için programlandı. Bu yüzden yalnız kaldığımızda acı çekiyor, korku duyuyor, yoğun bir güvensizlik hissinin içinde kayboluyoruz. Sosyalleştikçe de kalp ritmimiz yavaşlıyor, güvende hissediyoruz.
Oxford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma da Cacioppo’yu destekliyor. Araştırmaya göre, ilk maymunlar ve kuyruksuz maymunlar bazı bilim insanlarının önceden düşündüğü gibi çiftler olarak değil, her iki cinsi de kapsayan gruplar halinde bağ kuruyordu.
Bütün bu araştırmalar günümüzde bağ kurmanın önemine vurgu yapıyor. Bağ kurmak geçmişten günümüze kadar bizim en önemli hayatta kalma iç güdümüzü oluşturmuş. Bu iç güdüyü korumak, sevmek, onun ihtiyaçlarına cevap vermek bizim elimizde. Toplum olarak sağlıklı bir sosyal yapı ve psikolojik açıdan sağlam bireyler oluşturabilmek için bu iç güdümüzü hatırlamaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki Yalnızlığa Anlam Vermek yazısında görüşmek üzere. Sevgiyle kalın.
Kaynak: Murthy, Vivek H. (2021). Birlikte. İstanbul: Kronik Kitap