Ülkemizde, özellikle başkanlık sistemine geçildiğinden bu yana, ekonomik buhranlar silsilesi yaşanmakta. Şu an bazı kesimler tarafından ciddiye alınmasa da Türkiye, tehlikeli bir krize doğru adım adım ilerlemekte. Ancak bu Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığı ilk kriz değil. Bilindiği üzere Türkiye tarihinde geçmişten günümüze pek çok ekonomik kriz yaşandı, kriz sonrası yapılan -neredeyse- bütün seçimlerde hükümet değişti. Peki aradan geçen onca yılda Türkiye nereye geldi, Türkiye’de ne değişti? Hükümetin uyguladığı politikalar halka nasıl yansıyor? Krizle gelen krizle gider mi? İşte tüm bu soruların cevabını aşağıda cevaplamaya çalışacağım.
Geçmişten Günümüze Türkiye Ekonomisi ve İktidara Gelen Partilerin Politikaları
Cumhuriyet başlı başına ekonomik bir enkaz üzerine kurulmuştu. Savaştan yeni çıkmış bir ülke nasıl kalkındırabilirdi ki kendini? Mustafa Kemal Atatürk, devlet ve toplumların hayatlarında ekonomik zaferler kazanılmadığı taktirde siyasî ve askerî zaferlerin, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, kalıcı olamayacaklarını düşünmekteydi. Bu yüzden cumhuriyetin ilanıyla ülke şartlarının elverdiği ölçüde bu ekonomik zaferleri kazanabilmenin yolunu arayan bir politika benimsemişti. 1929 büyük krizine kadar liberal yaklaşımda olan ekonomi anlayışı, 1929 sonrası dünya konjonktüründe ortaya çıkan gelişmelerin de yansımasıyla daha devletçi bir yaklaşıma dönüşmüştür. Gerek liberal gerekse devletçi bir yaklaşım olsun amaçlanmak istenen şey halka baskı ve zarar vermekten kaçınarak dışarıya muhtaç olmadan yeterli gelir sağlamaktı.
Çok Partili hayata geçinceye kadar devletçilik politikasını benimseyen CHP Hükümeti 1950’de seçimleri kaybedince yerine liberal politikayı savunan Demokrat Parti geldi. Yeni iktidarın ekonomideki başarısı ihracatın artmasına dayanıyordu. Altyapı yatırımlarının artması ve tarımda makineleşme, ekonominin hızla büyüyerek genişlemesini sağladı. Siyasi anlamda DP iktidarı bu durumu liberal ve özel sektöre dayalı ekonominin başarısı olarak sunarak geçmişte devletçi politikalar uygulayan CHP’yi bir tür eleştirme aracı olarak kullandı. Fakat 1953’te ülkede döviz sıkıntısı yaşanmaya başladı. Devletçiliği eleştirerek iktidara gelen Demokrat Parti, Kamu İktisadi Teşekkülü kurarak “Demokrat Parti tarzı devletçilik” modeline geçti. Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarının aksine zamanla dış kredi bulmak güçleşti. 1958 yılındaki borç krizi, dış finans kuruluşlarına bazı teminatlar verilerek borç erteleme anlaşması yapılmasıyla sonuçlandı. 1950-1960 yılları arasında ülkede çok fazla yenilik yaşansa da Türkiye’nin dış borcu 227 milyon dolardan 1138 milyon dolara ulaşarak toplam borç miktarı dört kattan fazla arttı. 1961-1963 gibi iki yıllık kısa bir sürede yurt genelinde yoğun katılımlı işçi eylemleri gerçekleşti.
Adalet Partisi döneminde ise Süleyman Demirel Hükümeti IMF’nin isteklerine daha fazla direnemeyerek 10 Ağustos 1970 kararlarını ilan etti. Toplumsal tepkilerin oluşmasına neden olan bu program, ücretlerin yükseltilmemesi, tarım fiyatlarının düşürülerek tarım ürünlerinin vergilendirilmesi, sanayi sektörünün desteklenmesi ile ihracatın artırılmasını hedefliyordu. Ancak maaşların baskılanarak sendikal faaliyetlerin kısıtlanması işçi kesiminin, tarımsal desteklerin sermaye gruplarına yöneltilmesi ise toprak sahipleri ile esnaf ve zanaat kesiminin tepkisini çekti. Bu tepkiler en çok öğrencilerin, meslek örgütlerinin ve benzeri grupların yoğun katılımı ile gerçekleşen eylemlerle kamuoyuna yansıdı.
‘‘Özallı Yıllar’’a geldiğimizde ise uygulanan politikaların ana teması serbest piyasa ekonomisi ve devletin ekonomideki payının azaltılması oldu. 1980 öncesi dönemde daha çok korumacılığa ve yerli üretimin ithal ürünlerinin yerine ikamesinin sağlanması hedeflenirken 1980 sonrası liberal politikalarla beraber ‘‘rekabete açık’’ bir ekonomi modeli oluştu.
Daha sonraki yıllarda, burada detaylı yazarsam paragrafların yetmeyeceği, irili ufaklı olaylar ve tabii ki meşhur ‘‘Kara Çarşamba’’ yani 2001 ekonomik krizi meydana geldi. Zaten 1999 depremindeki yaralarını sarmaya çalışan vatandaş, bir de üstüne ekonomik krizle karşı karşıya kalınca cevabı sandıkta vermekte gecikmedi. 3 Kasım 2002 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldi.
Yukarıda açıklamaya çalıştığım şey geçmişten günümüze ülke ekonomisini kronolojik bir şekilde anlatmak değil; asıl şey uygulanan politika halkı hayal kırıklığına uğrattığı an iktidara yeni fikirleri olan başka partilerin geçmesi, partilerle birlikte politikaların da değişmesi. Son olarak bu durum Adalet ve Kalkınma Partisi’nde yaşandı. Her ne kadar Turgut Özal’ın politikalarını devam ettirseler de kendilerinden önceki hükümetlerin yaptıkları hatalardan ders çıkararak geleceğe ümit dolu bakmayı vadederek geldiler iktidara.
İktidarın En Büyük Kozu: Seçimsel Demokrasi
Sandıktan demokratik bir şekilde galip çıkan iktidar partisi, bir diğer seçime kadar ‘‘çatlak sesler’’e kulak tıkayıp kendi bildiğini okursa seçimsel demokrasi yolunu izlemiş olur. Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi, iktidara geldikleri ilk senelerde gerçekten ekonomiyi ferahlatacak kararlar aldı. Fakat bana göre AKP Hükümeti, daha sonraki yıllarda ‘‘seçimsel demokrasi’’ yolunu izlemeye başladı. Özellikle son yıllarda bunun varlığı epey hissediliyor.
Çok değil, daha birkaç ay önce doların 10 lira olabileceğini söyleyenler vatan haini damgası yerken şu an doların 10 lira olacağını söyleyenler vatanperver ilan ediliyor. Olası yanlış politikalarda halka nasıl hesap vereceğini kara kara düşünen bir yönetim sisteminden olumsuz eleştiride bulunanları hainlikle suçlayan, ‘‘Modelimiz tutmazsa üzülürüz.’’ diyen bir yönetim sistemine geçmiş bulunmaktayız. Böyle bir durumda vatandaşın sandıkta gerekli cevabı vermesi gerektiğine inanıyorum. Uzun lafın kısası bir parti ne krizle gelmeli ne de krizle gitmeli, hak eden parti halkına hizmet etmeli.
Kaynakça:
Özer Ertuna – 1923’ten Bugüne Türkiye Ekonomisi ve 2023’e Doğru Hedefler
Dilek Göze Kaya & Ayşe Durgun – 1923-1938 Dönemi Atatürk’ün Maliye Politikaları: Bütçe ve Vergi Uygulamaları
Kerem Karabulut – Özal Dönemi Türkiye’nin Ekonomi Politiği