İskender’den Önce Dünya-VII: Tarihin Akışında Mısır Medeniyeti-I

Serinin önceki yazısı için:

-İskender’den Önce Dünya-VI: Tarihin Akışında Mezopotamya Medeniyeti-III

Antik Mısır, mirası ile ebedileşen bir medeniyet olmuştur. Antik Yunan yazarlarından Yahudi-Hristiyan yazmalarına, oradan Rönesans sonrası Batı edebiyatına kadar birçok yerde bu medeniyetin zihinlerdeki algısı okunabilmektedir. Mozart’ın “Sihirli Flüt”ündeki Mısır algısı veya Geothe, Thomas Mann gibi yazarların kitaplarındaki Mısır tasviri ne kadar gerçek ile uyuşuyordu? Kültürel bellekten sızan bu Antik Mısır algıları 19. yüzyıla kadar araştırılamamıştı. Napolyon’un Mısır seferi yeni bir bilim sahasının açılmasına neden oldu. Napolyon, Mısır seferine giderken yanında bilim adamlarından oluşan bir heyet de vardı. Bu bilim adamları Mısır Biliminin (Egyptology) ilk kurucuları olacaklardı.

Mısır medeniyetinin çözülmesini “Rosseta Taşı”na borçluyuz. İlk arkeologlar tarafından bulunan Rosetta taşının üstünde aynı olayı anlattığı anlaşılan Antik Mısırca ve Antik Yunanca metinler bulundu. Antik Yunanca kısmından yola çıkılarak Antik Mısır yazısı çözülmeye çalışılacaktı. Uzun uğraşlar sonucunda 1822 yılında Champollion Antik Mısır yazısını çözerek binlerce yıllık Mısır medeniyetini aydınlatmamızı sağlamıştı (Hornung, 13). Artık eldeki binlerce metin okunabilecek ve Antik Mısır tarihi gerçekleri gün yüzüne çıkarılabilecekti.

Rosetta Taşı, British Museum

Mısır yazısının gizemi ortadan kalktıktan sonra 3000 yılı kapsayan Mısır dili incelenmeye başlandı. İlk yazı MÖ 3100 yıllarında Mezopotamya medeniyetine paralel olarak Mısır’da icat edildi. İlk yazı Hiyerogliflerden oluşuyordu. Yani bu belirli bir canlının veya nesnenin tipleştirilmiş haliydi (Hornung, 32). Bu hiyeroglifler resim yazı(piktogram) özelliği baskın olan bir yazı çeşidiydi. Meşakkatli bir yazı olduğu için Mısırlılar hiyeroglifleri genellikle anıtsal mimari yapılarda kullanıldı. Daha sonraki yıllarda kullanımı kolaylaştırmak için en yaygın hiyeroglif sembolleri kısaltarak fonetik kalıplara döküldü. Kitap yazısı olarak bilinen bu Hiyeratik yazı giderek yaygınlaştı (Freeman, 42). Papirüs üzerine yazılan bu yazı ilk hanedanlar döneminde idari işlerle ilgili iken ilerleyen dönemlerde dinsel, hukuki, doktriner meseleleri de kapsamaya başladı.

Yazının icadı ile tarihi çağlara giren Mısırlıların zihin yapıları ilk dönmelerde daha soyuttu. Yazının, bilgelik tanrısı Thoth tarafından icat edildiğine inanan Mısırlılar ilginç bir yaratılış mitosu ortaya çıkardılar. Antik Mısır insanlarının ürettikleri bu mitos ilk dönemlere aitti. Her şeyin başında güneş tanrısı Ra vardır. Ra spermlerini saçar ve nem tanrısı Tefnut ve kuraklık tanrısı Şu ortaya çıktır. Şu ve Tefnut yeni bir tanrı takımı oluşturdular. Bu tanrı takımı, çocukları olan gök tanrısı Nut ve yer tanrısı Geb’in soyundan gelecektir. Yer ve gök tanrısının da 4 çocuğu olur. Bunlar İsis, Osiris, Set ve Nepthys’dir. İsis ve Osiris Mısır’ın ilk hükümdarları olurlar.  İsis ve Osiris kardeşler evlenerek çocukları şahin Horus’u dünyaya getirirler. Şahin Horus ise yeryüzü krallarının koruyucusu hale gelir (Freeman 25). Bu erken dönem Mısır insanının zihin yapısını yansıtan bir hikayeydi. Soyut, mistik ve anlaşılması zor olduğu kesindir. Bu hikâyeyi incelediğimizde en önemli ögenin güneş tanrısı Ra (güneyli Mısırlılar ona Amon demeyi tercih ettiler) olduğunu göreceğiz. Bu olgu bazı bilim insanlarına Mısırlıların başta tek tanrıya inandıkları daha sonra “yozlaşarak” çoktanrıcı bir inanca düştüğü fikrini uyandırdı. Ancak bu düşünce bugün genel olarak kabul görmemektedir (Hornung, 76). Ardından İsis ve Osiris gelir. Çünkü onlar Mısır’ın ilk kralları ve yeryüzü krallarının koruyucusu olan Horus’un anne ve babasıdır. Bu mitosun Hristiyanlıktaki “teslis” inancının kaynağı olduğu hakkında bazı iddialar ortaya atılsa bile henüz kanıtlanamamıştır. Osiris ayrıca ölüler dünyasının tanrısıydı. Ölen insanları yer altında o yargılardı. Mısır’da evrensel tanrılar olan Ra, Osiris ve Amon dışında birçok yerel tanrı vardı. Yerel halk hem evrensel tanrılara hem de kendi yerel tanrılarına ibadet ederlerdi.

Güneş Tanrısı RA, Brooklyn Müzesi

Bu düşünce dünyasının ötesinde yeryüzünde ilk hanedanlar Mısır’ın hakimiyetini kendi ellerine alınmışlardı. Mısır, Yukarı Mısır ve Aşağı Mısır olarak ikiye ayrılıyordu. Yukarı Mısır Nil’in güneyinde kalırken Aşağı Mısır Nil’in kuzeyinde kalıyordu. MÖ 3100 yılına gelene kadar bu iki bölgede iki ayrı hakimiyet olduğu seziliyor. Kral Narmer kuzeyi fethederek Mısır’ı birleştirmişti. Başkenti Yukarı ve Aşağı Mısır’ın ortasına, Memfis’e taşımıştı (Freeman, 29). Bu Mısır’ı birleştirmek için alınmış stratejik bir karardı. Böylelikle 1. Hanedanlık Mısır’da resmen kurulmuştu. Helenistik döneme kadar 31 hanedanlık Mısır’ı yönettiği iddia edilir. Ancak bu hanedanlardan bazılarının adı dışında geriye hiçbir şeyleri kalmamıştı.

Antik Mısır Haritası, Teb, Memfis, Avaris, Amarna şehirleri

2. Hanedanlıktan 3. Hanedanlığa geçişte gerçekten gözle görülür değişiklikler meydana gelmişti. İlk iki hanedanlığın mütevazi ve küçük yapıtlarının yerine devasa boyutta anıtlar ve yapılar almıştı. “Eski Krallık” olarak adlandırılan bu dönemde önemli zihinsel değişimlerde meydana gelmişti. MÖ 2500 yılına gelindiğinde yepyeni bir mitos geliştirilmişti. Buna göre kral doğrudan doğruya güneş tanrısı Ra’nın varisiydi. Güneş tanrısı Ra, kraliçeye eşi gibi gözükerek ondan bir oğlu olmuştu. Oğulda tanrı olduğu için oğul, baba (Güneş Tanrısı Ra) gerine geçmeye başladı. Bu durum karşısında ise tanrı ana-baba hiçbir itirazda bulunmamıştı (Freeman, 30). Bu şekilde Mısır kralları ilk defa kendilerini tanrı ilan ediyorlardı. Bu sürece “güçlerin insan biçimcilleştirilmesi” olarak adlandırılmıştır (Hornung, 15). Mısır kralları yani kendi unvanları ile firavunlar tanrısallaştırılmıştı.

Eski Krallık döneminde, Mısır sınırları aşılmıştı. Ufukları genişleyen Mısırlılar Nübye adını verdikleri, bugünkü Etiyopya’nın üst bölgesine seferler düzenliyorlardı. Büyük inşaat projelerine girişen firavunların bir numaralı ihtiyacını taş oluşturuyordu. Mısır ise sadece kum ve topraktan ibaretti. Taş, altın ve gümüş ihtiyacını Nübye seferlerinden karşılıyorlardı. Yani kabaca ifade edersek Mısırlı firavunlar Nübye’nin zengin madenlerini sömürüyorlardı. Kral Zeoser tarihte bilinen ilk piramidi yaptı. Zeoser’in danışmanlarından biri olan İmhotep kralın mezarı için bir katlı bir “mastaba” inşaa etmişti. Ancak daha sonra üstüne giderek küçülen 5 “mastaba” daha ekleyerek basamaklı bir piramit inşa etti (Freeman, 33). Elbette bu basamakların bir anlamı vardı. Kaosun sularından yükselen “ilk tepe”yi bu piramit oluşturuyordu. İmhotep kendinden sonra gelenler tarafından bilge ve mühendis olarak hep övgülerle yad edilecekti (Hornung, 24).

Tarihin ilk Piramidi, Zeoser Piramidi

Ardından Snefru ilk defa gerçek bir piramit inşa etti. 4. Hanedan döneminde kral Kanofer iki piramit inşasına başladı. Ancak açıyı yanlış hesapladıkları için meydana “eğik piramit” meydana geldi. Yani Mısırlıların inşa ettikleri her piramit kusursuz değildi. 4. Hanedan kralları arasında bir piramit yarışı başlamıştı. Aslında piramitler öldükleri zaman firavunların mezarları olacaktı ancak onlar iktidara geldikleri andan itibaren mezarları olan piramitleri inşa etmeye başlıyorlardı. Onlardan biri de Keops’tu. MÖ 2571-2548 yılları arasında hakimiyet süren Keops, Giza’da dünyanın en büyük piramidini inşa etti. Toplam 20 yıl sürdüğü tahmin edilen bu piramittin yapımında 25.000 kişinin çalıştığı tahmin ediliyor. Peki nasıl inşa edilmişti piramitler? Bu sorunun kesin bir cevabı yoktur. Çünkü Antik Mısırlılar bu konu hakkında bize hiçbir bilgi vermiyorlar. Çalışan işçiler ise büyük ihtimalle yerli köylülerdi. Kamu hizmeti olarak piramitlerin inşasında çalışıyorlardı (Freeman, 35). Keops’un ardından oğlu Kefren de Giza vadisine Keops piramidinden biraz daha küçük bir piramit daha inşa ettirdi. Ortalama ağırlıkları 2.5 ton olan milyonlarca kireçtaşı blok belki de Nübye’den Giza’ya getirilerek piramitlerin inşası yapılmıştı. MÖ 2500’lü yıllarda piramitlerin inşasını başarmaları 21. yüzyıl insanları olan bizleri gerçekten şaşırtmaktadır. Keops ve Kefren’den sonra piramitler inşa edilmeye devam edecekti ancak daha küçük boyutta olacaklardır. Daha sonraları bu döneme “piramitler dönemi” denecektir.

Giza vadisindeki Keops, Kefren ve Mikerinos Piramitleri

Piramitlerle beraber bir yapı daha ortaya çıktı: Obeliskler. Göklere çakılan birer çivi gibi gözüken obeliskler güneş tanrısı Ra’ya sunulan devamlı kurbanlardı. Bu obeliskler göktekine, yani güneşe işaret ediyordu (Hornung, 37). Devasa boyutlara ulaşan obeliskler bugün dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. Peki firavunları yüksek ve görkemli yapılar inşa etmeye iten dürtü ne olmuştu? Bu sorunun cevabını ancak ipuçlarından yola çıkarak tahmin edebiliriz. Mısır firavunları için ölümsüzlük büyük bir hayaldi. Mısır tarihi boyunca uygulanan birçok gelenek ölümsüzlüğe ulaşmak içindi. İlk olarak piramitler firavunların mezarlarıydı ve orada öldükten sonra yaşayacaklardı. Mumyalanıyorlardı çünkü bedenlerini ölümsüzleştirmek istiyorlardı. Ölüler vakıfları kurmuşlardı. Bu sayede firavunlar öldükten sonra da beslenebilecek ve öte dünyada yaşamaya devam edeceklerdi. Ayrıca onlar Ra’nın ve Horus varisleriydiler. Piramitler ile göklere ulaşmalılardı. Firavun, halkına büyüklüğünü ve tanrısallığını gösteriyordu (Assman). Bunun gibi daha birçok fiil firavunların büyük bir ölümsüzlük takıntısı olduğunu bizlere gösteriyor. Ancak bu düşüncelerini apaçık yazmadıkları için burada söylediklerimiz tahminden öteye geçemeyecektir.

St. Peter Meydanındaki Mısır Obelisk’i, Vatikan, MS 37 yılında Roma’ya getirilmiştir.

Piramitler dönemi kült merkezlerinin inşa edildiği, firavunların mutlak otoritelerini güçlendirdikleri bir dönem olmuştu. Ancak devletin artan giderleri, feodal bazı ailelerin merkeze itaat etmemeleri ve çocuk kral II. Pepi’nin 65 yılı süren yönetimi merkezi zayıflatmıştı. Bu gelişmeler MÖ 2205 yılında Mısır’ı büyük bir kargaşaya götürmüştü. Birinci ara dönem adı verilen bu dönemde merkezden kaçan yazıcı ve sanatkârlar ekonomik ve sosyal bunalımı anlatan “çöküş edebiyatı” kaleme almışlardı (Hornung 49).

MÖ 2198-2050 yılları arasını kaplayan birinci ara dönemden sonra Tebli II. Mentuhatep Mısır’ı tekrar birleştirdi. “Orta Krallık” adı verilen bu dönem, Hiksosların Mısır’a gelişine kadar istikrar yılları olmuştu (Freeman, 38). Antik Yakındoğu ile ilişkiler yok denecek kadar azdı. Ancak Nübye’den altın, gümüş ve granit getiriliyordu. Bu hammaddeler devasa inşaat projelerinde kullanılıyordu. Bu dönemde Levant sahil kenti olan Byblos ile kereste ve reçine ticareti yapılmıştı. Ticaret devletin tek elindeydi. Zaten firavunlar tüm ülkeyi memur ordusu ile yönetiyordu. Halk ise genellikle tarım ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Krala yakın olmadan zenginleşmek nedeyse imkansızdı. Kölelik kurumu bu dönemde ortaya çıkmış ve yayılmıştı. Ülke koca bir aile gibiydi. Ancak bu ailede fertler kesinlikle eşit değildi. Firavunlar bunu bir ideoloji olarak kullanıyorlardı. Buna göre her şey “Ma’at” kavramı üzerine dayanıyordu. Bu kavram mutlak düzen manasına geliyordu. Tanrılar ile yönetim arasında bir düzen ma’at sayesinde kuruluyordu. Tabi ma’at’ı belirlemek firavunun elindeydi.

Batı Sami ırklarından olan Hyksoslar MÖ 18 yüzyılda Mısır’a göç etmeye başladılar, Hyksoslar tarfında Mısır’a getirilen Savaş Arabası

“Orta Krallık” zamanında Mısır’da her şey yolunda giderken 13. Hanedanlık zamanında Mısır’ın doğu çöllerinden Sami kökenli halklar Mısır’a göç etmeye başladılar. Aşağı Mısır olarak adlandırılan Kuzey Mısır’a yerleşen Sami halkları, Mısır yönetiminde etkili konumlara gelmeye başladılar. Mısırlılar bu halklara Hiksos (yabancı ülkelerin hükümdarları) ismini verdi. MÖ 1630 yılına gelindiğinde askeri olarak daha teknolojik olan Hiksoslar Mısır’ı fethederek Avaris (Ramseses) şehrini kurdular. Bu şehir Mısır’ın Filistin topraklarına yakın bir bölgesindeydi. “Hyksos” olarak adlandırılan bu dönemde Batı Sami ırkına mensup yöneticiler Mısır’ı yönettiler (Hornung, 76). Yani bunlar firavun değillerdi. Bu dönem Mısır tarihinde çok kültürlülüğün yayıldığı bir dönem oldu. Hiksoslar Mısır kültürünü benimserken kendi kültürlerinden birçok yeniliği Mısır’a getirdiler. Savaş arabası ve güçlü yaylar bu tarihte Hiksoslar tarafından Mısır’a getirilmiştir. Ayrıca birçok Asyalı kavim buraya göç etmiş ve halk arasında da büyük bir kaynaşma olmuştur. Hatta kutsal kitaplarda geçen Yusuf’un hikayesi ve Yakup’un oğullarının Mısır’a göçü Hiksoslar döneminde vuku bulduğu tahmin ediliyor. Ancak Kuzey deltasından uzakta yaşayan Yukarı Mısırlıların Hiksoslara hiç tahammülleri yoktu.

Devam Edecek: İskender’den Önce Dünya-VIII: Tarihin Akışında Mısır Medeniyeti-II

 

Kaynakça:

1. Prof. Dr. Hornung, Eric. Mısır Tarihi. Çev: Zehra Aksu Yılmazer. Kabalcı Yayınları. 2017. İstanbul
2. Prof Dr. Hornung, Eric. Mısırbilimine Giriş. Çev: Zehra Aksu Yılmazer. Kabalcı Yayınları. 2014. İstanbul
3. Prof. Dr. Freeman, Charles. Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları. Çev: Suat Kemal Angı. Dost Yayınları. 2018. Ankara
4. Prof. Dr. Pierre Bordreuil, Prof. dr. Françoise Briquel-Chatonnet, Prof.Dr. Cecile Michel ve diğerleri. Tarihin Başlangıçları: Eski Doğu Kültür ve Uygarlığı. Alfa Yayınları. İstanbul. 2015
5. Prof. Dr. Memiş, Ekrem. Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi. Ekin Yayınevi. Bursa. 2015
6. Kitabı Mukaddes. Yeni Yaşam Yayınları. İstanbul. 2016
7. Prof.Dr Assman, Jan. Mısırlı Musa Batı Tektanrıcılığında Mısır’ın İzleri. Çev: Bozkurt Leblecioğlu. İthaki Yayınları. 2016. İstanbul
8. Prof.Dr Assman, Jan.İmmortality: An Egyptian Dream. Berkeley Graduate Lecture Series. 9 Ekim 2015
9. Will Durant. The Story of Civilization, Vol-I:Our Oriental Heritage. Simon and Schuther Publication. New York. 1954
10. Köksal, Mustafa Asım. Peygamberler Tarihi. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Ankara.1990

Resim Kaynakçası:

1. https://en.wikipedia.org
2. www.ancient.eu
3. http://www.britishmuseum.org/
4. https://prezi.com/67njh107rifa/funcion-escalonada/
5. http://www.desktop-screens.com/ankh-wallpapers.html

Leave a Reply