Türkiye’de Hayattan Spora Kalan: Murat Pazarbaşı ile Soru-Cevap (3)

Yazarlarımız Yasin Tepeli ve Burak Çatalbaş, CNN Türk Cumhurbaşkanlığı Muhabiri Murat Pazarbaşı’yla Doğan Medya Center’da spor dolu, keyifli bir söyleşi yaptı. 3 bölümden oluşan bu röportajın üçüncü ve son kısmında konumuz ağırlıklı olarak Murat Pazarbaşı’nın Milli Takım hakkındaki görüşleri ve kişisel spor hayatı oldu.

(Röportajın birinci kısmı: http://gazetebilkent.com/2017/09/30/turkiyede-futbol-murat-pazarbasi-ile-soru-cevap/)

(Röportajın ikinci kısmı: http://gazetebilkent.com/2017/10/01/bitmeyen-sevda-besiktas-murat-pazarbasi-ile-soru-cevap-2/)

GB (Yasin): Milli Takıma geçmeden size ufak bir soru sormak istiyorum yönetimlerin üsluplarıyla ilgili. Biz 95 nesli olarak aklı başındayken gördüğümüz yönetimler hep mafyavari, üslubu bozuk, birbiriyle kavga eden didişen yönetimlerdi. Twitter’da Mahmut Uslu’nun açıklamalarını gördüğünüzü farkettim. Olmayacak üsluplarda açıklamalar hala devam ediyor. Beşiktaş ve Galatasaray’ın biraz daha bu konuda rahatladığı dönemde, Ali Koç’un Fenerbahçe’ye gelişi sizin bir rakip olarak mutlu mu eder yoksa bu konuda endişeli misiniz?

Hiç mutlu etmez (Gülüşmeler) ama endişeli değilim tabii ki her taraftar kendi takımından mesul. Tabii Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’de olması baktığınız zaman diğer takımlar açısından bir talih. Her takım tabii ki rakibinin iyi olmasını istemez. Birbirimizi kandırmayalım. Ben Fenerbahçe ve Galatasaray’ın iyi olmasını istemem. İsterim ki benim takımım maç kazansın galip gelsin ama isim de önemli değil hangi takımdan kim yapıyorsa ki Beşiktaş’tan da birisi yapsa bu öncelikli olarak o takıma ardından Türk futboluna bir zarar. Siz dediniz 95 nesli diye. Spor yapacak çocuklar da izliyorlar. Sizden şu an daha küçük olanlar. Bu işin içine girecek olanlar. O açıklamaları gördüğü zaman hoş değil. O çocuklara o sözler normal bir şeymiş gibi gelecek ileride. Belki o çocuk ileride maçta benzer bir durumla karşılaşınca Caner ile karşı karşıya geldiğinde aynı sözleri sarfedecek. Bu hoş değil. Futbolu futbol içinde değerlendirelim. İsteyen istediğini yapabilir saha dışında. Açıklama yapan insanın özel hayatına girmediği sürece size ne yani! Evlenir, boşanır, başka biriyle beraber olur bunlar futbol dışı bir şey. Maçın içinde kendi oyuncunuza bir şey mi yaptı bunu eleştirin. Çok sert girdi, kullanmaması gereken bir kelime kullandı gibi, bunları söyleyelim. Bu biraz mafyavari dediğiniz olayların sonucu. Bunların hepsi paranın futbolun içine girmesiyle oldu. İnanılmaz bir meblağdan bahsediliyor. Artık futbol sektörü ucu bucağı olmayan bir kuyu halinde. İnanılmaz paralar dönüyor. Hayatı boyunca bu kadar parayı bir arada görmeyecek olan futbolcular bir senede o parayı alıyorlar. Bu kadar rantın olduğu bir yerde de siz aklı başında davranmaya çalışıyorsunuz ama onun da bir karşılığı olmuyor. Biri bir şey söyleyince karşıdaki de kendisini kaybediyor. İşler iyice akıl almaz bir mecraya gidiyor. Ali Koç ve benzeri isimlerin Türk futboluna gelmesi bu işin daha profesyonel yapılacağı anlamına geliyor benim nazarımda. Ali Koç yıllarca futbol oynayıp, futbolu bırakan birisi değil bir iş adamı. Futbola bir iş, Fenerbahçe’ye bir şirket gözüyle bakıp daha profesyonel insanları, kulübün daha başarılı olup kalkınması için, getireceği için; bu tarz açıklamaların, futbolu kötü noktaya getirecek şeylerin daha az olacağını düşünüyorum. O yüzden aslında güzel bir şey. Kaçarı yok gelecek sanırım. Yıllarca biz de Rahmi Koç’un çok büyük etkisi vardı Süleyman Seba zamanında. Süleyman Seba öyle çok parası olan zengin bir iş adamı değildi. Bu kulübü yokluktan nerelerden nerelere getirdi. O dönemde tabii ki sermayederlerin, Beşiktaşlı olan zengin iş adamlarının katkısı vardı. Bunlardan birisi Rahmi Koç’tu. Her dönem varsa zengin insanlar tuttukları takıma yönelik atabilecekleri bir adım atsınlar. İyi olsun. Türk futbolu ne kadar iyi olursa, Beşiktaş ne kadar iyi olursa, Fenerbahçe de o kadar iyi olur, Galatasaray da o kadar iyi olur. Galatasaray çıtayı daha yukarı çıkarırsa Beşiktaş ona yetişmek için daha çok şey yapacak. Aslında bu güzel bir şey, tatlı rekabet her zaman olması lazım. Belden aşağı olmadığı sürece bir sıkıntı yok. Tabii ki bir dönem Beşiktaş iyi olacak, 20 yıl üst üste Beşiktaş’ın şampiyon olması mümkün değil ya da Fenerbahçe’nin ya da Galatasaray’ın. O yüzden ben isimler üzerinde çok durmaya gerek yok ama hakikaten bu işin ehli, bu işi güzel bir şekilde yapabilecek insanların gelmesi taraftarıyım ve birisi bir koltuğa geldiği zaman yıllarca orada kalmaması gerektiğini düşünüyorum. O yüzden Beşiktaş’ın attığı adım çok önemliydi iki dönem kuralı. Eğer siz çok güçlüyseniz başarılı bile olsanız yıllarca aynı yerde olmanız ister istemez hoş olmaz, hoş karşılanmaz. Bizim mesleğimizde alan körlüğü diye bir şey vardır. Sürekli aynı alana baktığınız için o alanla ilgili bir haber heyecanlı gelmez size, hatta haber bile olmadığını düşünebilirsiniz. İlk defa bir şey duyuyorsanız heyecanlanırsınız ya da bir işi yeni yapıyorsanız daha heyecanlı şekilde yaparsınız. Bu açıdan o sürenin o yüzden önemli olduğunu düşünüyorum. Gelsin 3-5 sene ya da 4+4, 8 sene yapsın. Ondan sonra başka birisi gelsin. Bunların hepsi daha üste taşıyacak kulübü. Öteki türlü 19 sene olmuş, yapabileceklerini yaptı. Çok önemli katkılar sağladı Aziz Yıldırım Fenerbahçe’ye bunu kimse inkar edemez ama bir yerden sonra artık siz onu yaptık bunu yaptık diyerek yapılabilecek farklı bir şeyi kaçırıyorsunuzdur ya da bakmıyorsunuzdur bile oraya biz onu yaptık diye ancak zaman çok çabuk geçiyor. Yaptığınız şeyin üstünden 10 sene geçti. Bunun tekrar üstünden geçilmesi gerekiyor bunu kaçırıyorlar. Daha profesyonel olarak Türkiye’de futbolun yönetilmesi lazım. Başkan çok önemli karar mercisi olarak ama getirdiğiniz yönetim kuruluna güvenmeniz lazım ya da futbol şubesinin başına getirdiğiniz adamı bırakmanız lazım veya teknik direktöre. Tabii ki son parayı harcayan sen olduğun için kararın büyük bölümünü sen vereceksin, sana gelecek isimler arasında kimi alabiliyorsan onu alacaksın ama profesyonel olarak herkesin işini yapması lazım. Öteki türlü her şeye başkanın karışması, Fenerbahçe’de duyuyoruz şu an, eskiden birçok takımda olan, Yıldırım Demirören zamanı Beşiktaş’ta da buna şahit oluyordum: Şu oyuncuyu oynat, şunu oynatma, şu taktikle çık… Bunlar hiç olmaması gereken şeyler. Mahalle takımı yönetir gibi yönetmelerin azalması onu daha yukarılara taşıyacaktır. O yüzden yeni ve heyecanlı isimlerin gelmesi önemli.

GB (Burak): Milli Takıma geçebiliriz bu soruyu cevapladığımıza göre. Sizce milli takım ne kadar daha ilerleyebilir? Grupta iki maçımız kaldı ve puan durumları 16-16-14-14.

Ben sürpriz olur diyorum milli takım eğer Dünya Kupası’na katılırsa gruptan çıkıp. Ama olmayacak bir şey değil ihtimal dahilinde matematiksel şans devam ediyor. Bu yaşanan tartışmaların çok yıprattığını düşünüyorum milli takımı. Şu an biraz ondan sıyrılmış durumda Fatih Terim’in gitmesi, Lucescu’nun gelmesi, son maçlardaki başarı, Hırvatistan galibiyeti bir heyecan getirdi. Eğer bu tartışmalar unutulur, tamamen her şey sıfırdan yeniden başlayabilirse çok yetenekli oyuncularımız var ve biraz haksızlık yapıldığını düşünüyorum Milli Takıma. Onları bir araya getirip ortaya bir şey çıkarmak kuşkusuz hocanın görevi. Ne kadar iyi oyuncular olursa olsun, birlik beraberliği sağlayacak olan hocadır. Fatih Terim döneminde bu çok başarılamadı. Bunun nedeninin de futbol dışı işlerin konuşulmasına bağlıyorum. Arda’nın kavgası, primlerin tartışılması… Futboldan çok her şey konuşuldu. Sıkıntı çıkaran insanlar yok mu? Kuşkusuz takımın içerisinde huzursuzluk yaratanlar vardır. İki futbolcunun birbiriyle kavgası, Gökhan Töre ile Hakan Çalhanoğlu mesela. Zaman zaman bu tarz olaylardan arınıp, sık başarı için futbol için bir adım atılırsa olur ama bulunduğumuz konum itibariyle işinin biraz zor olduğunu düşünüyorum Milli Takımın.

GB (Yasin): 2024’te Euro Şampiyonası ev sahipliği için Almanya ile yarışıyoruz. Bu konuda şansımızı nasıl görüyorsunuz?

Bu tarz şeylerde işin içine siyaset giriyor. Tamamen sadece futbolun saikleriyle hareket edilse Türkiye’de yapılmaması için hiçbir neden yok ama son yaşananlardan sonra, 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye’nin geldiği nokta ve onları ne kadar atlattığımız, ne kadar toplumun rahat olduğu gelişen kendi halinde bir ülke olacak Türkiye buna bağlı. Yine Almanya ve dünya ile yaşananlar, Türkiye’nin bulunduğu bölgedeki olaylar da çok büyük etken. Terör saldırıları, Suriye’de Irak’ta yaşananlar gelişmeler artık hepsi futbolun da içinde. İnsanlar bir yere Avrupa Şampiyonası müsabakası vereceği zaman hiçbir şey olmasın, orası gerçekten sakin temiz kendi halinde futbol oynanabilecek bir ülke imajı istiyorlar. Uzun bir süredir olağanüstü bir durum yok Türkiye’de ve inşallah bu şekilde devam eder. Almanya’nın yine de bir tık önde olduğunu düşünüyorum. O da Almanya olmasından. Avrupa’da başka bir ülke olsa Türkiye’nin şansı daha fazla olabilirdi ama hem futbol açısından Almanya ve Almanya’nın gelişimi, o endüstrinin Almanya’daki durumu, taraftar bir adım daha öne geçiriyor Almanya’yı.

GB (Burak): Peki çaba sarf ediliyor mu?

Bizde biraz iş yumurta kapıya dayandığı zaman yapılıyor. Ne zaman bu karar verilecek örneğin? Mart’ta. Ocak’ta Şubat’ta başlar girişimler, tanıtımlar, görüşmeler, kulisler vs. o yüzden çok hakkıyla bir çabanın sarfedildiğini düşünmüyorum. Ben olsam, bununla ilgili onca örnek var ki, bakanlıklardan ilgili futbol federasyonundan birimler oluşturulup bir şeyler yapılması lazım. Belki de yapılıyordur tam bilmiyorum ancak yansımıyor bize. Çok daha bu işi istediğini Türkiye’nin gösterip, ve yapabileceğini de kanıtlamasına dönük adımlar atılabilir.

GB (Yasin): Hazırlık olarak statlar var şu an bir tek.

Yapılıyor statlar ancak sadece stadyum ile de bitmiyor. Oradaki konaklama gibi olaylara da bakmak lazım. Lobi de lazım. Lobi en önemlisi. Yurtdışında bu işin Türkiye tarafından layıkıyla yapılabileceğini gönül rahatlığıyla ikna edilmesi lazım. Bunun için ne gerekiyorsa yapılması lazım.

GB (Yasin): Tekrar kişisel bir soruya döneceğim de -bu kadar yoğunsunuz zaten- yoğun aktivitelerden kendinize hiç spor için zaman bulabiliyor musunuz? Günlük koşu, bisiklet…

Eskiden daha fazla buluyordum, şimdi haftada 1 gün basketbol oynamaya çalışıyoruz. Onun haricinde gerçekten çok zor, yani işten güçten yorgun argın çıkıp… Ama şimdi bir bisiklet niyetim var, arada belki işten eve gelmek veya bisiklet parkurlarında kullanmak falan. Sporu hayatın her alanında olmazsa olmaz olarak görüyorum. Yani her fırsat bulduğumda, hiçbir şey yapmasam yürüyorum ediyorum, yani o hareketi hayatımdan çıkarmıyorum. Dediğim gibi yani haftada bir gün, çok ekstrem durumlarda bazen haftada iki gün basketbol oynuyoruz, onun haricinde yazın tatillerde yani yüzme daha çok oluyor. Açıkçası eskiye nazaran bu işlere başladıktan sonra yapamıyoruz, eskiden her gün yapardık spor. 1-1,5 sene öncesine kadar spor salonlarına da gidiyordum, artık oralar da benim kafamdaki spor anlayışı değil. Fitness falan spor işi bana pek gelmiyor. Ama sporu elimden geldiğince yapıyorum, o hareketi hayatımdan çıkartmamaya çalışıyorum.

GB (Burak): Son olarak yelkenciliğinizden de bahsetmek istiyorum. İstanbullu olarak çok şaşırtıcı değil ama suyla haşır neşir olmak herkesin isteyeceği eğlenceli bir uğraş, ama bunu bir adım ötesi olan yelken tutkunuzu nasıl edindiniz?

Şöyle, benim çocukluğum Marmaris’te geçti. Ortaokul ve liseyi Marmaris’te okudum. İstanbul’da ilkokulu bitirdikten sonra ailem Marmaris’e yerleşti, ben de oraya gittim. Orada denizle çok iç içeydik. Ufak ufak oralarda başladı. Orada arkadaşlarımızın, abilerimizin tekneyle ilgileri alakaları… İşte yelken yarışları olurdu onları izlerdik, yelken kurslarına ufak ufak giderdik. Sonra uzun bir süre ara verdim üniversiteye başladıktan sonra 2001 yılında. Ankara’ya gelene kadar ve geldikten sonra bir 5-6 sene, herhalde 15 sene yelkenle iletişimim olmadı. Sonra buradaki, çevremdeki arkadaşlarım da çok meraklılar bu işlere; yelkenli teknesi olan arkadaşlarım var. Onlarla ufak ufak, bazen hafta sonları tatili denk getirip yelken yapmaya başladık. Ondan sonra dedik ki bunun yarışları da var, biraz bu işle -çok amatörüz ama, bir iddiamız yok- yarışlara da katılalım.

GB (Burak): Belki Ironman gibi olabilir mi?

(Gülüşmeler) Zaten şöyle, bizim birkaç arkadaşımızın en büyük ideali yelken konusunda uluslararası bir yarışmada yer almak, uzun çaplı yarışlarda yer almak -Bodrum’da yarışlarla sınırlı kalıyor. Bunu kışa taşımaya çalışıyoruz ama iş çok imkân vermiyor bir hafta sonu. Kışın bambaşka bir şey yelkenli, yani o yazın yaptığınız, ya da ne bileyim mevsim geçişlerinde, Ekim aylarında -daha böyle sonbahar-ilkbahar zamanındaki- yelkenli ve kışın yapılan çok farklı. Yani biraz daha ona işi evirmek istiyoruz imkân oldukça. Ama ilerde yani, işleri hafifletip emeklilikte böyle. Kesinlikle en büyük tutkum yelkenli alıp kısmetse gidebildiğim yere kadar bütün dünyayı dolaşmak var kafamda.

*Kapak resmi biyografya.com sitesinden alınmıştır.

Kendisine bu eğlenceli sohbet için GazeteBilkent ailesi olarak teşekkür ediyoruz.

Leave a Reply