’93 Yazı Dizisi: Özal – Nasıl Bir Ölüm?

 

“Türkiyeyi idare eden bürokrasidir. Bürokrasiyi ikna etmek lazım.”

Turgut Özal

 

AdsdızMalatya’dan Çankaya’ya uzanan bir hikayeydi onunki. Memur bir ailenin çocuğu olarak açmıştı gözlerini dünyaya.   1927’nin güzünde, yeniden inşasını gerçekleştiren bir ülkeye emanet doğuyordu. Anadolu’dan başlayan yolculuk Çankaya’da sona erecek, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal olarak kazınacaktı hafızalara.

 Türkiye onu iktisatçı kimliğiyle tanıdı. 24 Ocak Kararları’nın mimarı olan bu genç adam, ’80 darbesinden sonra Türkiye’de yatırımcıların önünü açmak adına bir çok girişimde bulunacak, bayındırlık ve kalkınmada Türkiye’yi yeni bir boyuta taşıyacaktı. Serbest Piyasa Ekonomisi tabiri ülke topraklarımıza ayak basacak, 1983 yılında kurduğu Anavatan Partisi ile Türk siyasetinde ölümsüz bir kimliğe kavuşacaktı.  Fakat bu kimlik, karanlığın hakimiyet yılı olan 1993’te toprağa bırakacaktı kendini. Gazeteler ‘Bir ışık söndü’ diyerek duyuracaktı Türk halkına Özal’ın ölümünü.

 Aradan 19 yıl geçti: Yıl 2012. Türk medyası sansasyonel bir haberle çalkalandı: “Özal zehirlendi!”

 Elbette iddiaların bir geçmişi var. Fakat 2012 yılında eşi Semra Hanım ve Ergenekon davasında tutuklu bazı şahısların iddiaları doğrultusunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, dosyayı rafından kaldırıp incelemeyi başlattı.

 Bu noktada bir anektod işimize yarayacak gibi duruyor;

 “Ölümünden önceki son gezisi olan Türkmenistan’da bir türbe ziyaretindeydi Özal. O esnada civardaki topraktan alıp poşetleyen birini gördü. O kişi gazeteci Servet Kabaklı’ydı. Özal’ın merhume annesi için alıyordu toprağı. Özal Servet Bey’e dönerek: ‘Sen o topraktan biraz fazla al. Lazım olacak.’ diyordu.”

 Kim bilir belki biliyordu ya da seziyordu öleceğin Özal. Tıpkı Mumcu gibi…

 Tarih 17 Nisan 1993. Duşunu alan Özal, kahvaltı için koridorda yavaş adımlar atmaktaydı.Tam o esnada Semra Özal’ın kulaklarında bir ses yankılandı. Derinden ve yaralayan bu ses Özal’dan gelmişti. Yerde yığılıp kalmış, kalp atışlarından sıyrılmıştı adeta.  Yaverler hemen kendisini aşağıdaki bir araca bindirdiler. Araç diyorum çünkü Köşk’ün hizmetinde bulunan herhangi bir ambulans yoktu. Bindirilen araç 1970 model bir Mercedes’ti. Oğlu Ahmet Bey’in tabiriyle ‘Üçüncü vitese geçmeyen araç’.  Aslında acil müdahale aracıydı bahsi geçen Mercedes fakat içinde sedyeden ve bir sandalyeden başka hiçbir şey yoktu. İstikamet GATA. Fakat Köşk’ten yola çıkan araç ani bir değişiklik ile Hacettepe Üniversitesi’nin yolunu tutuyordu. Başyaver Kur. Alb. Aslan Güner, durumun aciliyeti dolayısıyla istikameti değiştirtmiş, bu esnada araç (yanlışlıkla ya da kasten) çocuk bölümüne sokulmuştu. Özal’ın sedyeden indirilme süresi uzamış, hayati dakikalar boşa harcanmıştı.

TURGUT OZAL HASTANEYE KALDIRILIDI

 

 Sonunda varılan Acilde nöbetçi olarak bekleyen Dr. Aysel Paşaoğlu, 2011 senesinde “Benim gördüğümde hiçbir canlılık emaresi yoktu. Nabız ve tansiyon alınamıyordu…El ve ayakları morarmıştı.” şeklinde ifade verecekti.  İlk müdahaleyi yapan Kıdemli Dahiliye Asistanı Dr. Mustafa Kadri Altındağ da aynı yönde veriyordu ifadesini. Saat 11.15 sularında Özal’ın dünya ile ilişiği kesilmişti. Yalnız yukarıda gösterdiğimiz karede Özal’ın az çok ayakta durabildiğini görmekteyiz. Ayakta durabilmek belki abartı bir tabir olabilir fakat oğlu tarafından medyaya sunulan bu poz kendisinde yaşam emarelerinin bulunduğu konusunda bir soru işareti uyandırmıyor değil.

 Artık ölüm sonrası süreç başlamıştı. Prosedürlerin uygulanma vaktiydi. Yalnız konuştuğumuz yıl 93 ise tabiki olağanın dışında bir gidişat bizleri bekliyor olacaktır. İlk aşama otopsiydi. Özal, T.C’nin 8. Cumhurbaşkanı, otopsiye tabi tutulmamıştı! Doktoru Cengiz Aslan, Koruma müdürü Musa Öztürk ve Av.Bilgin Yazıcıoğlu, Özal’a yapılacak olan otopsinin, eşi Semra Özal tarafından reddedildiğini ifadelerinde belirtiyor. Semra Hanım ise kendisine otopsi hakkında bir şey sorulmadığını, yalnızca mumyalamaya başvurulacağı konusunda izin alındığını belirtiyor. Bu noktada 12 Eylül 2013 tarihli bir habere göz atmak faydalı olabilir. Özal’ın ölümü ile ilgili davada yargılanan Levent Ersöz’ün avukatı şöyle söylüyor: “Gizli tanığa göre Özal’ı öldürten Ersöz, zehirleyerek öldürense Semra Özal. Savcı Semra Özal’ı da suç işleyen olarak gösterip yargılatması gerekirdi”.  Tabi ilginçlikler 1993’ün karakteri. Bu bizim ilk soru işaretimiz olarak kalsın.

admin-ajax Aynı Semra Hanım, eşinin ölümünden bir gün önce katıldığı sergide kendisine limonata ikram edildiğini anlatıyor. Devlet Denetleme Kurulu’nun ‘Araştırma ve İnceleme Raporu’ ise ikram edilenin sıkma portakal suyu olduğu kanısına varıyor. Odağı Semra Hanım yapmak niyetinde değiliz elbette. Çünkü eşinin öldürülmüş olduğunu yıllardır vurgulayan da yine kendisidir. Fakat bu ülkede gölgelerin ardında gizlenen çok sayıda insanın olması, tedirginliğimizi artıyor.

 Ölüm raporuyla Özal’a Koroner Arter Hastalığı ya da Kardiyak Arrest şeklinde bir ölüm biçildi. Fakat Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özer tarafından hazırlanan Gömme İzin Kağıdı ise kalp yetmezliği tanısıyla çıktı karşımıza. Yani görüldüğü gibi çelişki yumaklarının ortasında kalmış bir lider var şu an. Ölümünden iki ay kadar önce The Methodist Hastanesi’nde* check-up yaptıran ve kalbi hiçbir rahatsızlığı bulunmayan Özal, kalp yetmezliğinden mi terketmişti dünyayı ?

 Türkiye bu iddialarla çalkalanırken gözüme bir nokta ilişti. Özal’ın ölümünden sonra yabancı devlet adamlarının mesajları… Bush, Clinton, Chirac ve Major gibi isimler Özal’ın kendileriyle yaptıkları işbirliğinin önemine parmak basıyor ve Türk milletine baş sağlığı diliyordu. Evet neo-liberal politikalarla birlikte Türkiye’nin yüzünü Batıya çeviren Özal’dı. Kapitalist sistem Türkiye şubelerini açabilecekti artık. Ancak bu esnada Kürt meselesinin çözümü ve Türki Devletlerinin güçlerinin birleştirilmesi gibi hamlelerle de dünya kamuoyunda adından sıkça söz ettirebilecek hamleler yapıyordu o.  Eşref Paşa ve Uğur Mumcu’nun açtığı yol, aslında Özal destekli bir projeydi. Adnan Kahveci’nin de dahil olduğu bu beyin takımı, PKK ve halkın ayrılması konusunda önemli hamleleri atabilecek potansiyeldeydi. Aynı zamanda Batının çıkarlarını hiçe sayan atılımlardı bunlar. İşi komplo teorisine götürmek bu noktada saçma olacaktır ama DDK Raporu’nda** ‘şüpheli ölüm’ sıfatını alan bu olayın, kendiliğinden gerçekleşme yüzdesi azınlıkta gibi duruyor günümüzde. Derin yapılanmanın kurbanı oldu ya da olmadı şeklinde vereceğimiz beyanatlar bizleri ileride zarara uğratabilir. Henüz tazeliğini koruyan bu süreç de tıpkı diğerleri gibi 93’teki üstü kapalı darbenin bir ögesidir. Yaptığımız araştırmalar sonucu medyanın abartı şemsiyesi altına da girebileceğini fark ettiğimiz bu olay, umuyoruz ki Türk Siyasi tarihinin kara lekelerinden biri olmamıştır.

 Gölgelerin izindeki yolculuğumuz sürecek.

 

*       5 yıllık sağkalım oranı %80-85

**     (2012). ARAŞTIRMA VE İNCELEME RAPORU. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu.

 

Leave a Reply