“Jet Rejisör” Çetin İnanç’la Yeşilçam’da Filmcilik Üzerine – 1

Bu görüşmenin gerçekleşmesini sağlayan, bana oldukça faydalı bilgiler sunan ve görüşmeyi de yeri geldiğinde ilginç noktalara doğru yönlendiren, Sinematik Yeşilçam editörü Utku Uluer’e teşekkürlerimle.

Yeşilçam’ın “Jet Rejisör” lakaplı usta yönetmeni Çetin İnanç, Yeşilçam hakkında samimi bir anlatı sundu. Eh tabii, anı çok, anlatılacak şey de fazla olunca samimi ama biraz karmaşık oldu. Ben de bu anlatının samimiyetini ve karmaşıklığını mümkün olduğunca kendinde bırakarak size sunuyorum.

Henüz görüşmenin başında, bana ve Çetin Bey’e bir ev sahibi yaklaşımıyla davranan Utku Bey’in “ne içersiniz” sorusu bile henüz sorulmamışken içini dökmeye başladı Çetin Bey.


“Biz bir kamerayla dört film çekiyorduk. Şimdi dört kamerayla dedim, bir tek beni çekiyorsunuz.”

Çetin İnanç

Çetin İnanç – görüşme günü

Çetin İnanç: Dün akşam gözümden yaş geldi. Şeyi gösteriyorlar, festivalin açılışını. Göksel Arsoy çıktı. Ne dedi biliyor musun? Yaşlanmış tabii Göksel Ağabey. “Yeşilçam adına alıyorum bu ödülü.” dedi. Yeşilçam o kadar bizim için kutsal ki. Ben Yeşilçam için her yerde kavga ettim. Benim böyle bir adı lafa gelmiş şu bu falan festival mestival filmlerim yok. Ben mesela Yeşilçam’ın bu sokağına, bu yaştayım, sabah altıda giderim. Ben imanlı bir insanım ama öyle hacı-hoca değilim. Orada dua ederim. Orada ben ekmek yedim. İki tane evlat yetiştirdim. Benim dört tane torunum var. 75 yaşına geldim. Allah’a şükür başım dik. Kimseye ihtiyacım yok. O sokak verdi bunları. Öyle değil mi ağabey?

Bizde hep “Yeşilçam şöyle, Yeşilçam böyle.” Yeşilçam ne yapmış? Eline almış bir içki, “Yeşilçam bizi mahvetti.” Nasıl mahvetti? Sen Yeşilçam’da ekmek yiyemiyorsan, bırakıp hemen gideceksin. Akşam vallahi Göksel Ağabey’i gördüm. Gözlerim böyle doldu. Ötekiler, hepsi ukaladır orada, biliyorsun. Oraya davet ederler, suratına bakarlar, ön sıraya oturturlar kendi adamlarını, arkaya seni atarlar. Ondan sonra da akşam oldu mu, otelin barında yahut meyhanesinde bütün tiyatrocular falan Yeşilçam’a kuslamaya başlarlar. Ondan sonra biz, bir kere Cüneyt Ağabey’le (Arkın) beraberdik, o zaman tabii sağlamdı. Yine öyle bir günde o Güven bilmem neler falan, beş tanesini vallahi hastanelik ettik. Yeşilçam ne yapmış yani, Yeşilçam son dört-beş senesine kadar her yıl 5000 kişiyi doyurmuş. (…) Televizyoncular şimdi Yeşilçam’a söverek kendilerini yükseltiyorlar güya. Televizyon ne? Dizi ben de çektim. Ben bıraktım işte. Ben 150 bölüm dizi çektim. İlk Star televizyonu açtı, ilk diziyi (Yılmaz) Atadeniz çekti, arkadan ben çektim 26 bölüm. TGRT açıldı, 50 bölüm çektim. Kanal D açıldı, Çılgın Bediş’ler bilmem neler… Hiçbir zaman, bizim o kötü filmlerimiz, eleştirilen filmlerimizdeki çalışma zevkini almadım. O heyecan, vallahi kalbim çarpıyor hatırladıkça.

(…)

Şimdi siz, beyefendi, gençsiniz tabii. Ben uzağımdır, çok gitmem toplantılara falan. Atadeniz vardır, bizim ustamız. O Se-Sam’ın yıllardır başkanıdır. Açar, “Çetin’ciğim oraya gel, buraya gel.” Ben hep sıyırırım. Gitmem. Çünkü biliyorum, başım belaya girer. Ben çünkü doğru söylerim. Ben demiyorum ki dünyanın en büyük filmlerini yaptık. Film yaptık. “E çok kötü film.” Seyretme kardeşim. Şimdi bugün yapılan her film de iyi film mi sanki? Geçenlerde işte bir toplandık. Diyorlar ki işte “en büyük film, en güzel film”. İşte “en” olmak önemli değil mi? Biz de en kötü filmini yapmışız dünyanın: Dünyayı Kurtaran Adam. Önemli değil mi güzelim yahu?

Daha sonra ben Türkiye’ye döndüm. Benim bir kitabım çıktı, belki duymuşsundur. Pınar’ın (Öğünç) yazdığı. Çok mu uzun konuşuyorum? Neyse, NTV’den çağırdılar işte. Pınar patronuna gitmiş, ben gitmem de işte kitap şey yapacak. Dediler işte, Yekta (Kopan) vardı. Yekta da dublajlara geliyor, oradan tanıyorum. Ben gülmeye başladım. (…) Yekta dedi işte, ne gülüyorsun, diye. Ulan dedim, biz bir kamerayla dört film çekiyorduk. Şimdi dört kamerayla dedim, bir tek beni çekiyorsunuz.

Ama bunlar sinemanın kötü şeyleri değil, güzellikleri. Yani düşün biz ne şartlarla neler yapmışız. Bir de sansür diye bir canavar var. Benim her filmim ret kardeşim. Yılmaz Güney’le de, rahmetliyle ilk tanışmamız oradandır. (…) Yılmaz bir film çekiyordu kendisine, Eşrefpaşalı diye. Erdoğan Tokatlı çekiyordu. Erdoğan rahatsızlandı, ben devam ettim biraz. O sıra bana dendi ki “Yahu sanki sen idealist misin, western filmi çekiyorsun sen.” bilmem ne diye. Yahu kardeşim, senin tuzun kuru hemşehrim. Çoluk çocuk bakıyoruz biz. Bu şartları da düşünmüyorlar. Bir ara erotik film furyası vardı. Ben de çektim. Kim çekmedi? Bütün o filmleri kınayanlar şimdi televizyonda hepsi, yatakta. Film filmdir yahu.

http://media.sinematurk.com/person/f/35/0d780ea8aaa4/1245_2.jpg

Kaynak: media.sinematurk.com

Ben terziyim. Ceket de dikerim, pantolon da dikerim. Öyle mi hocam? Şimdi af buyur. Ben bu gazeteleri burada buldum. Burada giyinik kadın var mı yahu? Al bak kadınlar ne biçim, bak. Buyur. (Önündeki “Takvim” gazetesinin ikinci sayfasını açıyor.) Al işte, göğüsler meydanda, bilmem ne. Adam böyle satıyor bunu. O gün şartlar onu getirdi. Rahmetli Memduh Ün de çekti. Bak Rahmet istedi. Yılmaz Güney de çekti. Bak Yılmaz Güney filmde kadının apış arasına yılanı soktu. Yahu ama işte o intikam aldı. Benim için o da erotik. Bizde hep karalama. “Yahu Çetin çeker ama.” Yahu ben Star Wars’u nasıl çekeceğim? Dünyayı Kurtaran Adam için dekorlar yaptık, bilmem ne, yağmur aldı götürdü. Baya da batıyorduk yani. Sonra aldık Star Wars’tan parçalar, koyduk. Film (Dünyayı Kurtaran Adam) oynadı, çok da iş yaptı. Burada işte Lale Ayağı vardı. Aşk filmleri oynardı hep. O film girdi. İki hafta mı oynadı bir hafta mı ne. Çok iyi de hasılatı oldu.

(…)

Yani şartlar ve şekiller öyleydi. Öyle bir kaos var ki o zaman, mesela star kim var? Türkan Şoray, Cüneyt Arkın… 8-10 tane vardı onlardan, yıllık kapatırlardı onları. Gidersin Cüneyt Arkın’a “Tarihim yok.” derdi. “Memduh Ün’e verdim, bilmem kime verdim.” Türkan’a gidersin, ona gidersin… Bizim jenerasyonumuzda film yapanlar nasıl ekmek yiyecek? Yeni adam yaratarak. Biz de o zaman nereye kaydık? Karate filmleri moda, western filmleri moda. İtalyanlar spagetti western filmleri çekiyor kimse bir şey demiyor. Biz çekince “Olur mu Türkiye’de western filmi!”, ortalık ayağa kalkıyor. Yahu, şu zihniyete bakar mısın? (…) O yüzden diyorum. Filmcilik, tok insana başka film yaptırır, ekmek parası kazanmaya muhtaç olan emekçiye başka film yaptırır.

“Oğlum oldu adını ‘Çeko’ koydum.”

Ben: Peki nasıl başladınız yönetmenliğe?

Çetin İnanç: Ben filmciliğe ilk Atilla Tokatlı vardı, Erdoğan Tokatlı’nın ağabeyi, onun yanında başladım. Denize İnen Sokak’ı yaptık. Çetin Gürtop, kameraman, benim sonradan bacanağım oldu. Pınar da benim kuzenim. Tabii, Pınar Öğünç. Pınar gazeteciliğe başladı. Bana hep işte “Sana kitap yapacağım.” Yahu, dedim, git o kadar ödüllü adamlar var, “en” olmuşlar var. “Yok, işte sen farkında değilsin.” dedi. Onlar o zaman Yeşilçam’da dolaşıyorlar. O kitapçıları, arşivleri falan. Kuzenim ama benim ne olduğumu bilmiyor ki. O tabii o sokağa daldıkça duydu, “Çetin işte bu kadar film yaptı.” diye. Üç senede hazırladı o kitabı. Nasıl hazırladı? Senin gibi işte. Günde bir saat buluşuyoruz. Altı ay sonra yarım saat daha buluşuyoruz. Pınar o kitabı çağırdıktan sonra işte İstanbul’a gittik, Ankara’ya gittik imza gününe falan…

(…)

Şimdi onu diyeceğim, biz idealisttik. Sinema İşçileri Sendikası’nı kuran adamlardan biri benim. Benim de ideallerim vardı. Atilla Ağabey ile oturduk “Atilla Ağabey,” dedim “Ben bir film çekeceğim. Bana yardım et, bir lira param yok.” “Ne filmi?” dedi. Dedim, “1960 senesi 1 Mayıs olaylarıyla ilgili ben bir film çekeceğim.” “Ne filmi o yahu?” dedi. Çıkardım Hürriyet gazetesini gösterdim. 1 Mayıs’ta işte vurulanlar ölenler. Bir de vurulan bir talebenin resmi. Turan Emeksiz’in resmi. Ben de o zamanlar hukuk okuyacağım. Bütün hayalim avukat olmak. O zaman da lise son sınıfta ön kayıt alıyorlar. Biz de boş zamanlarımızda ön kayıt olduğu için hukuk derslerine girebiliyoruz. 1 Mayıs’ta da işte Beyazıt’tayım. Orada işte göstericiler, sonra polis mermisi, bilmem neler. Ben kaçıyorum. Vurulanlar, bağıranlar, çağıranlar… O günkü olaylardan nasıl kaçtığımızı, Eminönü’ne nasıl geldiğimizi bilmiyoruz. Yüzerek Karaköy’e geldik. Sırılsıklam Ortaköy’e çıktık. Ben orada kahrettim. Ve o gün, okulu mokulu her şeyi bıraktım kardeşim.

(…)

Neyse aradan günler geçti, o zaman gencim ama alkol falan da alırdım. Aradan on gün-on beş gün geçti, elimde bir Hürriyet gazetesi, o vurulan çocuk Turan Emeksiz’miş. (…) Atilla Ağabey’e dedim, işte “Ben Turan Emeksiz’in filmini çekeceğim.” “Bak,” dedi, “Sen Yılmaz Güney’le girdin böyle bir işe. Sansür bırakmadı, battınız. Yine bizi bu yola sokma.” dedi. Atilla Ağabey de İtalya’da okumuş sinemacılığı, oradan gelmiş. O dönemin sinema okumuş tek adamı. Uzatmayalım, “Sana negatifleri vereceğim ben.” dedi. Verdi. Çetin Gürtop da kameraman. Biz başladık filmi çekmeye. Filmi çektik, senaryoyu sansüre yolladık. Ret geldi. Demo yapmıştık bir tane de. Onun için çağırdılar Ankara’ya. Dediler ki, nerede çektiğiniz negatifler. Filme izin vermediler. Ne negatifler kaldı ne bir şey. Aşağı yukarı da ben bir ay orada tutuklu kaldım. Döndük İstanbul’a, hanım var evde. Çocuk yeni doğmuş. 40.000 lira borçla benim filmim yasaklandı.

soncekoyum-cekosun-ceko-listelist

Kaynak:listelist.com

Geldim Yeşilçam’a. Herkese de borcum var tabii. İzzettin Yılmaz diye Erman Film’in genel yönetmeni var. Tabi benim Lütfi Ağabey’in (Akad) asistanı olduğum dönemden biliyor nasıl biri olduğumu. “Çetin,” dedi, “Bir kovboy filmi çek bize.” “Kim oynayacak?” dedim. “Yılmaz Köksal” dediler. Yılmaz da topun ağzında. Önemli aktörlerin yanında oynamış, bir kere iyi bir seyirciye başrol oynasa oradan patlayıp gidecek. Düşündüm taşındım, gittim. Atlas Sineması’nda şey oynuyor, Bir Avuç Dolar. “Ulan,” dedim, “İtalya’da bunu çekiyorlar. Niye Türkiye’de çekmeyelim?” Yılmaz’ı dedim biraz değiştiririz. Yılmaz tabii kısa boylu falan, biraz çelimsiz. İşte topuklu çizme yaparız, biraz da apolet falan. Neyse işte biz Çeko diye bir film çektik.

Ben: Bu geçen yıla kadar izlemediğiniz film değil mi?

Çetin İnanç: Hiçbirini ben izlemedim. Film bitti de gidelim seyredelim yok. Epey tuttu film. İyi de para kazandık. O sıra Yılmaz’ın oğlu doğdu. (…) Benim oğlum oldu adını Çeko koyduk, Yılmaz Köksal’ın oğlunun adı yine Çeko’dur. Bizim yapımcı Şevki Ağabey vardı, o da oğlunun adını Çeko koydu. Üçünün de adı Çeko Murat’tır.

Neyse işte benim yönetmenliğim orada parladı. Sonra da işte 130 tane mi ne film yönettim. Neydi günün modası, kovboy filmi. Çekerdim. Dini film de çektim, komedi filmi de çektim. Erotik film de çektim. Sonra işte televizyonlara filmler, diziler çektik. (…) En son ben Karaoğlan diye bir dizi çekiyordum. O şeyde, Afyon’da. Bir sabah kalktım, “Nerede adam?” diye sordum. “O yok, bu yok, şu yok.” falan dediler. Hanıma dedim, “Bin arabaya gidiyoruz.” “Nereye?” dedi. “Biletleri al, Amerika’ya gidiyoruz. Ben bu mesleği bırakıyorum.” dedim. O gün bugün de bir daha kamera arkasına geçmedim.

“7 milyon kişiyi sinemaya götüren adamı ben ayakta alkışlarım.”

Bundan sonra da, al Çetin çek bu filmi deyip rahat bir ortam sağlamazlarsa ben bu işi bıraktım. Neye üzülüyorum ben? Önünü kestiler. Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu için işte ATV’den beni çağırdılar, şartları söyledim. Aman aman çok pahalı. Pahalıysa dedim siz yapın, yaptılar işte. Neye üzülüyorum, yolunu kestiler filmin. Dünyayı Kurtaran Adam beş tane olurdu. Oğlu olurdu, ablası olurdu…

(Konu Recep İvedik’e geliyor) Nasıl yapıyor adam? 7 milyon kişi seyretmiş. Yok efendim şöyle yapıyor, böyle yapıyor. 7 milyon kişiyi sinemaya getiren adamı ayakta alkışlarım ben yahu. Ha tanımam etmem, ama helal olsun. Kim sinemaya halkı getiriyor, ben onu alkışlarım. Hiç duydunuz mu, bir adam film çekmiş, ama evde oynatıyor. Kimse seyretmiyor. Öyle bir film var mı?

(…)

Bir de ben şeye karşıyım, “Öyle bir film ki çok gerçek.” O zaman haberleri izlerim kardeşim. Film demek benim hayalimi sana anlatmam demek. Her insanın kendi dünyası vardır. Bizim tür ne kadar absürt gibi gözükse de içinde bir şey vardır. Dünyayı Kurtaran Adam’da biz ne anlatmışız? IŞİD’i anlatmışız. Bir tane sakallı bir herif işte filmde, ne diyor? Ben herkesi öldüreceğim, ölümsüzlüğü bulacağım. Bunlar da onu demiyor mu? Kendi ölümsüzlüğünü arıyor. Şimdi bilimin uğraşı bu, ölümsüzlüğü bulduk diye ortalığı velveleye veriyorlar. Yahu insan doğduğu günden beri ölümsüzlüğün peşinde kardeşim. Ben bile ölümsüzlüğü arıyorum. 75 yaşına gelmişim. Ulan ne yapıp ölmeyeceğim diyorum. Öyle değil mi? Yani bunları işte, bizim filmimizde ne var? Bunlar var. “Yahu amma palavra film” diyorlar. Yahu içinde bir şey anlatıyoruz onun. Üç tane din var. Diyoruz ki dinler savaşı bitmez. Bir adam var ölümsüzlüğü bulacağım diye herkesi öldürmek istiyor. Aradan otuz sene geçti işte IŞİD çıktı. Allah adına adam öldürüyoruz diyor. Biz ölmeyiz diyor. Öyle demiyor mu? İşte hayal gerçeğe dönüştüğü zaman bazen insanlara işkence oluyor. Yani bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz. Ben salak mıyım başa koymuşum piramitleri bilmem neleri.

(…)

Senin o telefon, ses kaydını alıyor mu oradan?

Ben: Alıyor alıyor.

Çetin İnanç: (Utku Bey’le karşılıklı gülerek) Bizim zamanımızda o sesi alacağız diye canımız çıkardı. Şimdiki hale bak yahu.

Utku Uluer: Seninle bir konuyu hiç görüşme şansımız olmadı. Biraz da toparlamak için sorayım hem de hazır konusu açılmışken onu da konuşalım istedim. Şimdi, biz “Yeşilçam’daki fantastik Türk sineması dönemi” gibi bir tema hakkında da konuştuk. Ben, dedim, öyle bir dönemden, doğrudan doğruya bahsetmek yanlış olur. Furyaların hepsinin birleşimini toplayıp, kendimiz fantastik Türk sineması diye bir şey ortaya koyabiliriz. Yani o şekilde anlattım. Çünkü ben hiçbirinizin fantastik sinemaya katkıda bulunmak için filmleri çektiğinizi düşünmedim.

Çetin İnanç: Yok canım. O filmler moda. Sen yapımcısın. Film mi çekiyorsun? O zaman başka birini çağırıyorsun, yeni bir yönetmen doğuyor. Filmler öyle çekiliyor. Cüneyt Arkın’ı çağırıyorsun. Vaktim yok diyor. Yılmaz Köksal’ı başrol oynatıyorsun. Doğru söylüyorsun yani. “Yeni bir moda yaratalım, bilmem ne olsun” diye öyle bir şeyimiz yok.

Utku Uluer: Hani böyle türler üzerinden gidip, “Biraz da bilim-kurgu çekelim.” gibi bir anlayıştan ziyade daha döneme uyan bir anlayış var. İşin maddi yönünü de düşünmek zorundasınız tabii. Biraz da şeyi anlatmak istedim ben, o “fantastik sinema” bizim koyduğumuz bir isim. 90’larda koyduk biz bu ismi diye düşünüyorum. Metin (Demirhan) ve Giovanni (Scognamillo) gibilerin yani.

Çetin İnanç: (…) Sizin gibi gençlerin işte, bakış açınızla yapılan bir şey o. Ama o filmler size bir yol açmışsa, bir ışık vermişse ne güzel bir şey yapılmış demektir. Burdan çıkarıyorsunuz bizleri işte. Nerede… Beni sizlerden başka, yıllarca kimse aramadı ki. Ayrıca aramasınlar isterim de, çok meraklı da değilim de… Ama gençler aradı mı mutlu oluyoruz. Elimizden geldiğince anlatmaya çalışıyoruz.

“Aman aman, o bütün camları kırar.”

Bak sen benim canımsın. Ben sana kendimi tarif edeyim mi? Ben çalışmayı hiç sevmem. Araba kullanmayı sevmem. Tıraş olmayı sevmem. Soğuğu hiç sevmem. Para en büyük düşmanım. 54 senedir evliyim. Böyle bir adamım işte. Ama bak işte, kaç, 130’dan fazla film çekmişim. Bir sürü dizi bilmem ne. Ben sete girdim mi, benim için “Azrail geldi.” derlerdi. Niye? Ben Azrail falan değilim. Ama biliyorum ben sete girdiğimde hiçbir şey hazır değil. Geliyorum, sahne çekeceğiz. At nerede? At yok. Buluyorlar getiriyorlar, kahverengi at. Ulan biz dün önceki sahneleri beyaz atla çektik. Hurra, bir daha uğraş onu beyaza boyamakla.

Utku Uluer: Orada Çetin Ağabey ile ilgili bir yanlışı da ben düzelteyim. 138 filmi olması gerekiyor Çetin Ağabey’in çektiği. Film ama. Dizileri de katıyorlar genelde. Onlarla beraber 148 civarında bir şey olması lazım bizdeki listeye göre.

Çetin İnanç: Bir de benim çekmediğim ama adımın yazıldığı filmler var. Onlarla beraber 200 oluyor. O erotik film zamanı, bir sürü filme benim adımı yazıp çekiyorlar. (…) Yahu ağabeyim, biz seninle gitmedik mi Ankara’ya? Orada dediler şimdi senin film oynayacak. Hangisi dedim. Kara Korsan dediler. Dedim ben öyle bir film çekmedim. Benim iki tane Demir Pençe’den bir tane film yapmışlar. Düşünebiliyor musun, benim haberim yok yahu.

Ben: Onu da o zaman gişeye mi sunmuşlar zamanında?

Utku Uluer: Yok yok. O zamanlar yapılmıyor. Onun hikayesi aslında şöyle: İki tane makara bulunuyor. İki makaradan bir tanesinin özellikle son kısmı biraz sıkıntılı. Ötekisini de tam toparlayamıyorlar. Ama iki film var ve kurtaramayacaklar iki filmi. Kurtarabildikleri kısımları birleştirip tek film yapıyorlar ve DVD’ye basıyorlar onu. O aslında Çetin Ağabey için iyi bir şey çünkü öteki türlü tamamen gidecek filmler. Ama şöyle bir durum var, Çetin Ağabey’e, filmin yönetmenine sormadan yapıyorlar bunu.

Çetin İnanç: Tamam ama Yeşilçam’da bunun dışında da yönetmen bazlı da bir dönem vardı. Mesela kim çekiyor filmi? Temel Gürsu. Tamam derdi, aldım ben filmi. Hiç sormaz kim oynuyor diye. İşte kim çekiyor? Tunç Başaran, aldım. Kim çekiyor? Çetin İnanç, aldım filmi. Mehmet Aslan, aldım filmi. Kim çekiyor? İşte x birisi. Onun çekeceği film para kazanmaz, almazdı. Öyleydi o zaman. Çalışan on beş yönetmen olurdu. on altıncısı olmazdı. Şimdi kaç kişi var? Herkes yönetmen. Anladın mı ağabey? Düşün sen pırıl pırıl bir gençsin. Elli sene öncesini anlatıyorum ben sana. Hiç hayalinden geçirebilir miydin bunları? İmkanı yok. Ben de şimdiyi hayal edemezdim.

Şimdi sana bir şey söyleyeyim. Ben bu yaşımdayım ama kıskanıyorum şimdi, film çekenleri. Beş atlıyı bin atlı gösteriyorsun yahu. Ben, düşün, Dünyayı Kurtaran Adam’ı izledin değil mi, o peluşlu adamlar falan. Benim bugünkü imkanlar olsa elimdeki, o sistem elimde olsa ben onları öyle peluşlu adam mı yaparım? Şimdi o Demir Adam’lar, bilmem ne adamlar. Neyle yapıyorlar? Bilgisayarla yapıyorlar. E bizde imkan var mıydı o zaman? O adamlar ölüyordu yerde. Sonra adam kalmadı çıkardık onları gökyüzüne. Yok, adam yok. Ne yapalım? Hep söylerim. Dünyanın efendisi, ben kendimi bildim bileli para. Ne iş yaparsan yap parasız olmaz, film hiç olmaz. Ben giderdim ev kiralamaya film için. Sorarlardı “Kim çekiyor?” diye. “Çetin Bey mi? Aman aman, bütün camları kırar.”

Bu şartları herkes bilmez, herkes de anlatmaz. Benim yaşımda, o zamanın sinemacılarına bak. Burnundan kıl aldırmaz. Sanki bir halt yapmış. Yapmışsındır, biz de yaptık ama eksiklerini de söyleyeceksin. Ben 130-140 tane film yapmışım. Bunların hepsi de Oscar filmleri mi? Böyle bir şey olur mu?

(…)


Not: Röportajın ikinci kısmı yakın bir zamanda yayınlanacaktır.

Kapak Fotoğrafı: http://media-cdn.t24.com.tr/media/stories/2014/12/page_jet-rejisor-cetin-inanc-yonettigi-filmi-31-yil-sonra-ilk-kez-izledi_994139350.jpg

 

Leave a Reply