Tarihin Şarkiyatçılığı, Şarkiyatçıların Tarihi

Aslolan gerçek tarihçinin gerçek bir ilim adamı gibi hakikatin arayışında olmasıdır. Tarihin karanlık ve gün ışığından uzak köşelerinde insanlık maceramızın arayışında olmalıdır. Onun inşa ettiği dünya tasavvuru, yarına ışık olacaktır. Bu minvalde hiçbir tarihçi bulduğu somut delilleri, belgeleri, hakikatleri yok sayamaz, saymamalıdır. Kendi ideolojisine ters düşse bile… Bu zorunluluk tarihçinin mutlak bir tarafsızlığa ve nesnelliğe sahip olduğu anlamına gelmez. Tarihçinin de dünya görüşü, ideolojisi vardır ve bu tarihine yansır. Tarihçinin bulduğu hakikat, aslında bugün bulunduğu yerden, geçmişte buldukları ile inşa ettiği muhayyel yarınlardır.

Geçmişin dehlizlerine girerken “neyi aradığı” sorusu, neyi bulacağının da cevabı olur. İdeolojik, siyasi olarak durduğu yeri belirleyen de tam burası; neyin cevabını bulmak istiyor? Belgelere, metinlere, kanıtlara dayalı her tür bilimsel ya da akademik standartlara uygun olarak ortaya çıkan bir tarih metninin arkasında yatan kişisel tercihler, kanaatler, hatta zaaf ve saplantıları tarihçinin metin dışı ürünlerinde yakalarız. Özellikle edebiyatçıların, sanatçıların, şairlerin, ilim adamlarının anıları… En büyük zevkle okuduklarımın başında ise tarihçilerin anıları gelir. Tarihin gizemli arşivlerinden bugüne, geleceğe ışık tutan, büyük çabaların ardında yatan gerçek tarihe dokunurum çünkü.

oryantalizm

Unutmamalı ki, tarihçinin anıları da alanının dışındaki diğer ürünleri gibi tarih değildir. Tarihçiliğine saygı duyulan isimler genelde siyasi, toplumsal görüşlerinin de aynı saygınlıkta kabul görmesini ister. Tam bu noktada vaaz vermeye başlayabilir; en tehlikelisi de, toplum mühendisliği ile tarihçiliği birbirine karıştırmasıdır.

Bunun en güzel örneklerinden birisi Bernard Lewis’nin  “Tarih Notları – Bir Orta Doğu Tarihçisinin  Notları” adıyla çıkan kitabı. Yüz yıla yakın süren bir ömrün muhteşem renkliliği ilk bakışta göz kamaştırıcı. Bir tarihçinin yetiştiği, tanıklık ettiği bir asırlık zaman diliminde, artık tarih kitaplarından okuduğumuz büyük dönüşümlerin hem tanığı, hem bir kısmının içinde bizzat aktör olması… Kitabın en son sayfasında belirttiği gibi 15 dilde “oynayacak” kadar ilgisi geniş bir şarkiyatçıyla karşı karşıyayız. Her ne kadar bu konuda en kapsamlı eserlerden birisi olarak ortaya konmuş olsa da kitabı okurken her an bir teyakkuz içerisinde olma zaruretimiz de vardır.

Ne var ki, büyük Orta Doğu tarihçisi olarak adeta tartışmasız otorite konumuna yerleştirilmek istenen bir şarkiyatçının ideolojik kodları, yetiştiği sosyal ve dini çevrenin iç içe nasıl sarmalandığını, hatta bunlardan hiç bir zaman ayrı düşmediğini yüz yıllık fotoğrafı sunarken okuyorsunuz.

Batı medeniyetini masumlaştırma, topyekûn Batı’yı, emperyalizmi Doğu yani İslam karşısında haklılaştırma çabalarının tarih konularını seçerken nasıl kendini gösterdiğini… Mesela Avrupalıların Afrikalıları köleleştirmesini masumlaştırırken bu insan avcılarını değil de tarihsel olarak var olan ve hiç bir zaman beyazların geliştirdiği türden bir köle endüstrisine dönüşmeyen Afrika’daki köle ticaretini öne çıkarması… Milyonlarca Afrikalının Amerika’ya taşınmasını basit bir ticarete indirgeyen, üstelik  bunun sorumluluğunu da Müslümanlara yıkan bu bakış açısı, tarafsız gibi dursa da, tarihçinin “ne aradığı” sorusuna denk gelen ideolojik taraf.

“Tamamen özgür bir seçime -bu tür şeylerin olabileceğini varsayarak-güvenmiyor ve bundan kaygı duyuyorum, çünkü dini partiler çok önemli bir üstünlüğe sahipler. (…) Batı tarzı bir genel seçimin sorunlara çare olacağı fikri bir felaketle sonuçlanabilecek tehlikeli bir yanılgı. (…) Politikalarımızın  hedefi bu nedenle istikrarı korumak ve düşman tiranlar yerine dost tiranlar  tarafından yönetilmelerini sağlamak olmalıdır.”

Arap Baharı sürecinde yapılan bu telkinler, özellikle Mısır’ın Müslüman Kardeşler’e seçim yoluyla da olsa teslim edilmesinin tam bir felaket olacağı yönündeki uyarısını, gelişmelerle beraber okumakta yarar vardır.

 

Son söz olarak söylemek gerekir ki: Tarih sadece geçmişten ibaret olmadığı gibi bazı tarihçiler de sadece tarihçi değildir!

 

Leave a Reply

2 comments

  1. ünal boz

    Bende Franz Grillparzer’dan bir katkı yapayım.
    “Tarih, insan tininin(anlayışının)kendisi için özüne girilemez olayları toplaması türünden başka bir şey değil de nedir ve ne olabilir;
    onun birbiriyle ilişkili ve bağıntılı olan şeyleri birleştirip birleştirmediğini Tanrı bilir ancak;
    anlaşılmaz olanın yerine biraz anlaşılır olanı koyar;
    dış erekler için elverişli olan kavramlarını belki de yalnızca bir iç ereğe uygunluğu tanıyan bir bütüne bağlar ve
    binlerce küçük nedenlerin etkide bulunduğu yerde, yeniden rastlantıyı(Zufall)kabul eder.
    Her insanın aynı zamanda kendi ayrı özel bir zorunluluğu(gerekliliği)vardır,
    öyle ki milyonlarca doğrultu ve yöneliş, eğri ve doğru çizgiler halinde paralel olarak birbirlerinin yanında,
    yan yana akıp giderler, kesişirler, birbirlerini ilerletir, birbirlerine engel olurlar, ileri geri atılıp çabalar ve böylece
    birbirleri karşısında rastlantı özelliğini kazanırlar ve doğa olaylarının etkileri bir yana,
    olaylardaki her şeyi kuşatan kesin bir zorunluluğu tanıtlamayı da o denli olanaksız kılarlar.”

  2. ünal boz

    Bende Franz Grillparzer’dan bir katkı yapayım.
    “Tarih, insan tininin(anlayışının)kendisi için özüne girilemez olayları toplaması türünden başka bir şey değil de nedir ve ne olabilir;
    onun birbiriyle ilişkili ve bağıntılı olan şeyleri birleştirip birleştirmediğini Tanrı bilir ancak;
    anlışılmaz olanın yerine biraz anlaşılır olanı koyar;
    dış erekler için elverişli olan kavramlarını belki de yalnızca bir iç ereğe uygunluğu tanıyan bir bütüne bağlar ve
    binlerce küçük nedenlerin etkide bulunduğu yerde, yeniden rastlantıyı(Zufall)kabul eder.
    Her insanın aynı zamanda kendi ayrı özel bir zorunluluğu(gerekliliği)vardır,
    öyle ki milyonlarca doğrultu ve yöneliş, eğri ve doğru çizgiler halinde paralel olarak birbirlerinin yanında,
    yan yana akıp giderler, kesişirler, birbirlerini ilerletir, birbirlerine engel olurlar, ileri geri atılıp çabalar ve böylece
    birbirleri karşısında rastlantı özelliğini kazanırlar ve doğa olaylarının etkileri bir yana,
    olaylardaki her şeyi kuşatan kesin bir zorunluluğu tanıtlamayı da o denli olanaksız kılarlar.”